23 Ağustos 2017 Çarşamba

Huzura kaçış 


Bu yazıda sizlere bir adet "şehirden kaçış" hikayesi anlatacağım, hani şu her fani "şehirli"nin 3-4 günlük tatilde kendini iyi hissettiği ama daimi bir kaçışı bir türlü beceremediği türden..

Efendim, yoğun bir dönemin ardından özellikle sosyal medyada tatil postlarının deniz-derya olduğu bir dönemde biz de biraz kaçalım istedik; öyle çok uzaklara değil bildiğiniz yakınlara ama huzurlu, sessiz, bir bakıma "emekli tatili" olayına kaçtık :)

Çocukluğumda arkadaşların yaz tatili anılarından duyduğum Altınoluk'a gitmek için yola çıktık. Yarısı deniz, yarısı kara yolu derken pek yorucu olmayan bir yolculuk sonrası hedefe vardık. Altınoluk hiç aklımda olmayan bir yerken bir arkadaşımın (zevkine özellikle doğa sevgisine güvendiğim) paylaşımıyla özellikle de yine kendisinden gördüğüm "Kaz Dağları'na çıkmak" fikriyle rotamız oldu. İyi ki de oldu lakin cânım Ege Denizi, zeytin ağaçları ve sessiz-sakin sahiliyle bu kısa süre bizim için resmen bir "huzura kaçış" durumu oldu.

Tatilin özeti..

Şükür vesilesi




Tüm o karmaşa, gürültü, insan kalabalığını geride bırakıp elinde kitabın karşında deniz, gölgesinde serinlediğin zeytin ağaçları, fonda cırcır böceklerinin sesi öyle iyi geldi ki.. İlk günün yorgunluğuyla zeytin ağaçlarının altında uyumak ve resmen tebessümle uyanmak lüks değil de nedir dostlar! Tabii, bu noktada beraber yola çıktığınız dostlar da çok önemli. Aynı kafada olmak, aynı şeylerden keyif alabilmek tüm mesele.

Bu ortamda bi' başka


Emekli tatili demişken Altınoluk merkeze de gidiyoruz elbette. Genel olarak ailelerin olduğu öyle çılgın bar seslerinin yükselmediği küçük bir merkez bizi karşılıyor. Sahilde gezinip bir şeyler yiyip küçük bir kahvecide soluklanıyoruz bu sefer. Her şey sade ve huzurlu geliyor bize.

Altınoluk sahil



Sonraki günler de kahvaltı sonrası deniz, ağaçların altında biraz okuma sonrasında da dalga, dalların hışırtısı ve hafifçe esen rüzgarın bileşiminden bir parça doğa sesiyle tam manasıyla "kafayı dinleme" seansı.. Sanırım bu kısa sürede beni en çok mutlu eden şey de buydu. Resmen durup durup "Allah'ım çok güzel bu an, çok şükür" diye diye dolandım ortalarda. Bir de gece sahile inip sadece ayın ve birkaç ışığın aydınlattığı o karanlıkta dalga seslerini dinlemek, alın size mutluluğun tarifi..

Gecenin güzelliği


Buralara kadar gelmişken bir akşamımızı da Ayvalık ve Cunda Adası ile değerlendiriyoruz. Şehir içi hatlarıyla önce Edremit ardından da Ayvalık yapıyoruz. Buraya gelip de Ayvalık tostu yemeden olmaz deyip patlatıyoruz birer tost, sonrası tekneyle Cunda'ya geçiş. Yine capcanlı, renkli sokaklarıyla Cunda ve bizim için adanın olmazsa olmazı lokma :)



Ayvalık'ta eski kapılar    




Bu rotayı belirlememizde büyük etkisi olan Kaz Dağları planımız sağlık sorunu nedeniyle ertelenmek zorunda kalıyor. Ne yazık ki aynı gün Kaz Dağları'nın dört bölgesinde yangın çıktığı haberini alıyoruz ve acayip üzülüyoruz. Sebep tam olarak bilinmemekle beraber olan güzelim doğaya oluyor tabii. Kasıt, ihmal belki de oralara atılan bi' cam şişesinin güneşte kalıp çıkardığı bir yangın bu ama sonuç yine hep insana çıkıyor, doğanın kıymetini bilmeyen, kendisinden başka canlıların yaşamına saygı göstermeyen bencil insanlığa yani..

Dört günlük huzurlu tatilimizin dönüş yolunda İstanbul'a varışın korkusu var içimizde. Hani "iki huzur, oksijen depoladık, hemen zayi olmasa bari" düşüncesi. Tabii ki eve dönmek güzel ama gel gör ki ne kadar sevsek de bu güzelim şehir bizi yoruyor dostlar, bunu uzaklaştıkça daha çok anlıyor insan..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder