29 Kasım 2018 Perşembe

Bir zamanlar Endülüs'te


"Bir zamanlar ....." kalıbını bir şekilde kullanmak istiyordum ki gittiğime en çok mutlu olduğum, geçen sene bu zamanların en güzel gezisine nasip oldu. Bu uzun yazıda çokça Endülüs güzellemesi bulacaksınız dostlar, baştan söyleyeyim de bir yanlışlık olmasın ;) Bir de ne yazarsam yazayım, hangi fotoğrafı eklersem ekleyeyim hep bir eksiklik olacakmış hissi. Bir şeyi çok sevmek böyle hassaslaşmayı gerektiriyorsa demek ki..

Karşı tepeden ElHamra'ya bakmak.. 


Şu hayatta mümkün olduğunca fazla yeri gezip görmek isterim ama Endülüs dahil dört yer var ki hani oraları görmezsem bi' eksiklik olur gibi geliyor. Şükür ki ikisi geçen sene nasip oldu, diğerlerine de yine "ya nasip" diyoruz. Efendim, her şey Madrid'e ucuz uçak bileti bulmamızla başladı ve oradan hareketle Endülüs'ün iki güzel ve önemli şehrini kapsayan rotamızı belirledik. Özerk bir bölge olan Endülüs'ün başkenti Sevilla olmak üzere sekiz şehri var. Biz Sevilla ve Granada'yı gördük ancak bu şehirleri yeniden görmekle beraber diğer şehirleri de fazlasıyla merak ediyorum aslında. Neyse, biz gelelim mevzumuza..


Madrid


Don Kişot ve Sanço Panço



  



Madrid'in aşırı bir çekici yanı yok bana kalırsa, bir de sanırım başkent olması nedeniyle epey de bir kalabalık. Madrid'e vardığımız gün hızlı trenle Sevilla'ya geçtik. Akşam vakitlerinde Sevilla'ya ayak bastık. Trenden indiğimiz yerden yürüyerek otelimize geçtik. Otele yerleşim sonrası aç karna düştük yollara. Bu arada çok tatlı bir otelde (Jardin de la Alameda Hostal Boutique) kaldık. Yemek sonrası, aynı gün ülke ve şehir değiştirmenin yorgunluğu ile otele geçip sabah erken uyanmaya odaklandık. Sabahın erken saatlerinde otelden yürüyerek şehrin merkezine doğru yola koyulduk. Bu arada günün ve benim en önemli öğünüm kahvaltı için bir mekanda durduk. Gezi olaylarında kalacağım otelin temiz, görülecek yerlere yürüme mesafesinde ve özellikle kahvaltısının olması en büyük önceliklerim. Yurt dışında özellikle yemek olayı en büyük sorunum olurken kahvaltıyı geç yapmak da uysal bünyemi vahşileştiren bir unsurdur, özellikle yakın dostlarım bunu çok iyi bilir :) O yüzden bize göre minnak olsa da kahvaltıya hemen ulaşıp güne öyle başlamak en akıllıcası.


Trencilik


Otelden bir köşe.. 


Caaanım dar ve renkli sokaklar..



Bu ayrıntılardan sonra gelelim caaanımm Sevilla'ya. Gerçekten gönlümü çalan şehirler listemde başlarda yer almayı hak etti. Şehrin bambaşka bir havası var, geçmişle bugün iç içe. Her yerde narenciye ağaçları, özellikle Old Town kısmındaki dar sokaklar, avlulu eski tarz evler. Şehirde yeşil alanlar, parklar yine ön planda ve tarihi yapılarla birliktelikleri göz alıcı. Sokaklarında gezmesi en güzel şehirlerden biri kesinlikle. Her sokakta ayrı bir güzellik var. Böyle yerlerde gezerken "aman hiçbir şeyi kaçırmayayım" diye deliye dönüyorum. Çünkü her yerde öylesi küçük ama mutluluk veren ayrıntılar var ki. Aslında şehri tamamen fotoğraflar üzerinden anlatmak daha doğru olacak gibi..

Kapı, pencere sevgim hele de böyle çiçekliyse..


Hepsi birbirinden güzel İspanyol yelpazeleri 


Hediyelikler (şu şallardan alındı;) 


Kaldırımları, kapıları süsleyen narenciye ağaçları


Old Town'dan



Fanatik bir yavru 



Bir evin avlusundan, zarafet değil de nedir? 


Sanat parkta



Şehrin simgelerinden Plaza de España başlı başına bir güzellik. Su kanalları, köşkü ve Endülüs'ün simgesi boyalı seramik oturma yerleri gibi detaylarıyla hayran bırakan türden bir meydan. 




Plaza de España









Farklı şehirlere ait çalışmalardan oluşan oturma yerleri


Kanallardaki altın renkli balıklar..



Plaza de Espana'nın karşısında yer alan Maria Luisa Parkı da yine gönül çalan yerlerden. Her sabah burada yürüyüş yaptığınızı düşünsenize. Misal; 






Tabii Flamenko da Sevilla denince akla gelenlerden. Aslında bu dansa ayrı bir ilgim olmasa da yerinde ve profesyoneller tarafından yapılanı izleyince insan gerçekten etkileniyor. Müzik ve şarkılar özellikle solo söylenen, ağıt tarzındaki şarkı kısmı şahane ve elbette dans... Dansçıyı izlerken acısını, öfkesini, tutkusunu ve sevincini gerçekten hissedebiliyorsunuz, tek kelimeyle muhteşem.



Sevilla'dan pek istemeden ayrılsak da başka bir güzel şehre gitmenin heyecanı vardı içimizde. Erken saatlerde otobüsle Granada'ya ulaştık. Aynı gün için ElHamra Sarayı'na biletlerimizi almıştık. ElHamra'nın görkeminden bahsetmeden evvel biletlerin önceden internet üzerinden alındığını, Nasrid Sarayları kısmını görmek içinse ayrıca yarım saatlik bir randevu saati almanız gerektiğini belirteyim. Saraylar kısmına sadece randevu saatinde girebilmekle beraber diğer kısımlarda dilediğiniz kadar kalıp gezebiliyorsunuz. 


Yapıların görkemi.. 



Bu kare ayrı bir duygu veriyor; yalnızlık ve huzurla karışık 


Her detay öyle güzel ki "burada bize ait bir şeyler var" hissi hâsıl oluyor 




Granada şehrine tepeden bakış 


Duvarlara vurulmak


Teknik olarak bilemesem de şehrin simgelerinden olan seramik desenlere aşık oldum






Elhamra Sarayı öyle büyük bir alana kurulmuş ki kapanış saatine yetişmek için tam anlamıyla gezmemiz dört saatimizi aldı. Ama girdiğinizden itibaren bu dünyadan tamamen soyutlandığınızı, bambaşka bir aleme girdiğinizi hissediyorsunuz. Ahir hayatta görülmesi gereken yerlerden kesinlikle. Üzerine söylenecek çok söz ve bilgi olmakla beraber Vikipedi'den şu alıntılara yer vermek bir nebze iş görebilir:

"Saray içindeki tüm oda ve salonları çepeçevre dolaşan bir sözcük, dünyanın bu en nazenin, ortaçağın en ünlü, Endülüs'teki 780 yıllık İslam hakimiyetinin de en önemli sarayı sayılan Elhamra'nın sırrını adeta özetleyen Arapça bir cümledir. Tüm Elhamra'ya damgasını vuran bu tılsımlı sözcük, 'Allah'tan başka galip yoktur' anlamını taşır. Bu bakımdan Elhamra, Allah'ın tek galip olduğunu tüm dünyaya haykıran bir saraydır ve dünyanın hiçbir yerinde Allah adını bu kadar çok zikreden sütun, kemer, kubbe, tavan, kapı ve duvara sahip başka bir saray bulmak mümkün değildir."  

Yahya Kemal Beyatlı ise İspanya'daki elçilik görevi sırasında şu sözleri kaleme almış: 


"Elhamra'ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken hârikulâde bir mekân içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir alemden başka bir aleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim. Bu şaşkınlık daireden daireye geçtikçe arttı. Nazar değmemiş bir beyazlık içinde, sülüs bir yazı sarmaşığı gülümseyen bir güzellikle bütün duvarları sarmış; nakışın ve oymanın hudutsuz oyunları, tavanların derinliklerine kadar her tarafı örtmüş, ama her taraf yine de bembeyaz görünüyor."

ElHamra'nın  karşı tepesindeki Granada Mescidi (Mezquita Mayor de Granada) 


Mescidin iç kısmı








Gün batımında Elhamra'yı karşı tepeden izlemek de mutlaka yapılması gerekenlerden..




Gün batımından yansımalar

Şehir merkezinde yürürken







Çok "antika" değil mi :) 


Çünkü gözler..



Son olarak karnımızı doyurmak için bir Ortadoğu restoranına giriyoruz. Falafel ve diğer güzellikler de ektedir;) 



Çok sevdiğim Yazar Kazancakis'in İspanya - Yaşasın Ölüm kitabı, İspanya İç Savaşı öncesi ve sonrası Endülüs'ü de kapsayan şekilde ülkeyi gezerken yazdığı günlüklerinden oluşuyor. Kitabın ana teması, savaş öncesi ve sonrasını yansıtmakla beraber şehirleri anlatışı ayrı bir güzeldir. Kitabın etkisiyle beraber  bir arkadaşımın da “mutlaka görmelisin” tavsiyesiyle iyice gazlanan hevesim güzel bir anı olarak sonlandı. Tabii beraber gittiğimiz dostlarla bu gezi daha da bir anlamlı oldu şüphesiz. Velhasıl, tadı damakta kalan ve herkese şiddetle tavsiye edebileceğim bir bölge Endülüs. Dilerim gerçekleşsin.. 



2 yorum: