4 Ekim 2020 Pazar

Esrarlı bir şehir: Napoli

Uzun zaman sonraki bu gezi yazısında Ocak ayında gittiğim, tadı damakta kalan bir Napoli güzellemesi gelecek. Aslında gezinin başı, iş dolayısıyla İtalya'nın küçük bir şehri belki de kasabası diyebileceğimiz Fabriano'ya dayanıyor. Kuzenimin yaşadığı şirin Fabriano'yu başka bir yazıda daha ayrıntılı yazmayı planlıyorum. Şimdi ise Fabriano'dan çok merak ettiğim Napoli'ye uzanan son zamanların en keyifli gezisinden bahsedeceğim. 

Sabaha karşı 04.30'lu bir trenle Napoli'ye doğru yola koyuluyoruz. İtalya'nın güzel taraflarından biri de trenle her yere ulaşabilmek. Benim için zaten tren yolculuğu ayrı bir zevkli; bir kere canım İtalyanlar konuşmayı gerçekten çok seviyorlar, konuşurken resmen yaşıyorlar aslında. Kuzenime göre, bir İtalyanın elini kolunu bağlarsan kesinlikle konuşamazmış; el-kol hareketleri, mimikler, yer yer ses tonunun yükselmesi tipik hareketlerinden. Bu nedenle genelde trenlerde de tahmin edeceğiniz gibi koyu bir muhabbet oluyor ama bu tren sabaha yakın olduğundan biraz daha sakin. Hatta biz de sandviçlerimizi yiyip beş saatlik yolculuğun çoğunu uyuyarak geçiriyoruz. 


Sabah 10'a doğru Napoli merkez garında iniyoruz. Şehre ilk girişimizle soluğu bir kahvecide alıyoruz, elbette kahvaltı niyetine kruvasanımızı da ihmal etmiyoruz. Bu arada her kafede İtalyanların hamur işinin her türünde cidden iyi olduklarını tekrar tekrar fark ediyorum. Girdiğimiz bu mekanın kapısında duran adam ise öyle bir gülümseme ile karşılıyor ki bizi, bir an "acaba birine mi benzetti" tribine giriyoruz. Sonra abinin nevi şahsına münhasır bir Napolili olduğunu anlıyoruz. 

En sevdiğim kare

Çok kahveci biri olmasam da İtalya, Yunanistan gibi ülkelerde içtiğim kahvelerin tadı bir başka geliyor bana. Hem sanırım kahvede iyi olmalarından hem de kahvenin bu insanların hayatlarının bir parçası olmasından kaynaklanıyor bu durum. Yani az bir süre de olsa, onların kültürlerine ayak uydurma durumu hoşuma gidiyor, ayrıca zaten istesem de alternatif sayılabilecek sallama çay olayına pek sıcak bakamıyorum bir türlü. Kahve faslından sonra hızlıca şehirde bir tura çıkıyoruz. Napoli'yi herkes gibi ben de meşhur mafya olaylarından biliyorum. Kuzenimin ikinci gidişi olduğu için öncesinde ondan da farklı bir şehir olduğunu dinlemiştim. Şehrin arka sokaklarından merkeze doğru ilerlerken dağınık çöp konteynırları ve garip bir koku dikkatimi çekiyor. Hani mimari vesaire olarak baktığınızda evet İtalyan şehri ama bu dağınıklık ve gar çıkışında madde satmaya çalışan abileri görünce de başka bir alem gibi hissediyor insan. Merkeze doğru gittikçe turistler ve turistik yerler artmaya başlıyor. Ama bana kalırsa Napoli'nin e güzel ve belki de biraz ürkütücü tarafı ara sokakları. Dar sokaklardan geçerken evden eve gerilmiş ipte asılan çamaşırlar, gürültülü konuşmalar, bazen aralardan çıkan gizemli insanlar şehre dair merakımı artırıyor. Hani her an bir mafya çatışmasının içinde yer alacakmışız gibi sahneler de dönüyor kafamda. 

Napoli kafamda hep bu fotoğraf ile kalacak


Avlulu evler

Dar sokaklar

Bir şehri gezerken özellikle insanlarını incelemeyi çok seviyorum. Gülümserler mi, bir şey sorsan nasıl yaklaşırlar, yabancı olduğunu anlayınca bir-iki muhabbet ederler mi gibi ayrıntıları çok önemsiyorum. Buna göre şehrin güzelliği de artıyor gözümde. Bu açıdan bakınca İtalyan insanları gerçekten çok sıcak. Gezdiğim ülkelerde Yunanistan'dan sonra bunu en çok hissettiğim ülke kesinlikle İtalya. Tren garında bavuluma yardım etmeye çalışan amcadan, İngilizce bilmese de daha yüksek sesle ve tabii el hareketleriyle derdini anlatmaya çalışanına kadar hep tatlı insanlarla karşılaşıyorum. 

Şehirde kısa bir tur sonrası Pompei Antik kentine doğru yola çıkıyoruz. Yine merkezden bir tramvayla 45 dakikada meşhur antik kentteyiz. Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu kül ve lav yığınları altında kalan şehrin kalıntıları arasında yürümek insanı gerçekten etkiliyor. Kentin harabeleri arasında gezerken o anı, öyle bir felaketin altında kalma halini düşünürken karşınızda yine Vezüv Yanardağı sizi selamlıyor. Yeniden patlama ihtimali olan bu şehirde yaşamak da garip bir çelişki olsa gerek ama Napolililerin ne olursa olsun burayı bırakmayacakları çok belli. Harabeler arasında gezerken bu Roma şehrinin ne kadar düzenli olduğu dikkatimizi çekiyor. Yani şu anda böyle bir kent olsa baya baya yaşanır diye düşünüyorum. 

Lavlar altında kalan bedenler özel bir sıvı ile doldurularak bu şekilde heykel haline getirilmiş. 



Patlama anını tasvir eden bir çalışma

Sarayın kalıntıları 



Hala kenti bekliyor gibi  

Pompei sonrası yeniden Napoli'ye dönüyoruz. Bu arada bir gece kalacağımız için Airbnb'den ayarladığımız evi görmeye gidiyoruz. Gündüz gözüyle yürürken bile "akşam çok geçe kalmadan eve gidelim" düşüncesi hasıl oluyor. Bir benzetme yapacak olursam Beyoğlu'nun hafif ürkütücü, arka sokakları gibi bir yerde kalıyoruz. Gerçekten de gece eve dönüş biraz daha heyecanlı geçiyor. Neyse ki herhangi bir sorun yaşamadan sonraki gün evden ayrılıyoruz. 

Napoli'de en güzel an ise benim için kesinlikle gün batımını Castel Sant'Elmo'dan izlemekti. Ocak ayı olmasına rağmen üşütmeyen şahane bir hava, gözlerinin önünde süzülen Akdeniz, hafiften esen rüzgar, şehrin parlayan ışıkları ve batan günün turuncu, pembe tonlardaki renk oyunu. "O anı" durdurup ara ara yeniden yaşamak isterdim; nedense o an, şehre o tepeden bakış çok iyi gelmişti ruhuma. Ve o anın içindeyken bile "çok güzel, ya cidden çok güzel" diye tekrar ettiğimi hatırlıyorum. Genelde geçmişte kalan anların güzelliğini sonradan hatırlayıp mutlu olurken, oradayken hissedip mutlu olduğum anlarda "gerçekten yaşadığımı hissediyorum".

"O an"


Akşam yemeğimizi "Napoli'ye giderseniz pizzayı mutlaka orada yiyin" denilen meşhur Da Michele'de yiyoruz. Bu arada restoran hıncahınç dolu olduğu için dışarıda bekleyen bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. İçeride yemek isterseniz ona göre sıra alıyor ve dışarıda beklemeye devam ediyorsunuz ya da bizim gibi elde yemek için nispeten daha az bekliyorsunuz. Bir klasik aslında gerçek pizza olan margaritayı tercih ediyoruz. Bu arada pizzanın hiç öyle bizim bildiğimiz tarzda olmadığını burada fark ediyorum. Çok ince olmayan bir hamur, bildiğin odun ateşinde pişmiş ki bunu kokusundan da fark ediyorsunuz, gayet salaş bir pizza ile karşılaşıyoruz. Sosu, peyniri taptaze, resmen ağızda eriyor. Neyse daha fazla ayrıntıya gerek yok, giderseniz mutlaka deneyin diyeyim.  


Malum kalabalık

Sonraki sabah erkenden hafif korkunç sokağımızdan çıkıyoruz ama gündüz gözüyle daha bir sevimli geliyor gözümüze. Yine kruvasan-kahve (kuzen için espresso benim için canımmm cappucino) ile güne başlayıp akşam trenine kadar yine sokaklarda avare geziyoruz. İkinci günün nispeten soğuk ve hafif yağmurlu hali, iyi ki her şeyi bir günde bitirmişiz diye düşündürüyor. Akşam yine yorgun bir halde trende buluyoruz kendimizi; son durak Fabriano :) 

Castle Nuovo, Monami pastel boya setindeki kale gibi

Bazı şehirler var ki gidip görünce "evet, görmek güzel oldu" diyorum ama bende farklı bir iz bırakmıyor. Bazı şehirler de var ki gittiğimde bir gün bile olsa farklı bir ruh buluyorum, Napoli'de olduğu gibi. Gizemli halini, ara sokaklarını, insanlarındaki boş vermişlik ve rahatlığı, güzelim İtalyan mimarisi ile düzensizliğin karıştığı halini sevdiğim bu şehir kalbimi çalan şehirler listesine ekleniyor. Bu arada Napoli ile ilgili şöyle bir cümle varmış: "Vidi Napoli e dopo muori - Napoli'yi görmeden ölme!" Bence de dünya gözüyle görmek lazım bu şehri.         

Fotoğraf turu

Eminönü mübarek 



Meşhur çamaşırlar 






Napoli heykelleri 



Sahaf görünce dayanamam, 2 euro'ya şiir kitabı aldım 




Güzel bir mesaj




Vezüv'e karşı dinlenirken


Manşet gördüm mü dayanamam



İtalya'da dondurmanın yazı-kışı yok, her mevsim tatlı niyetine


2 yorum: