Wes Anderson filmlerini sevmek üzerine
Bu yazımda size ABD’li yönetmen Wes Anderson’un filmlerini
öveceğim. Evet bildiğiniz öveceğim çünkü seviyorum. Sevdiğim şeyleri övmeyi
severim, gerekli eleştiriyi de yaparım elbette.
Wes Anderson filmlerindeki tüm karakterlere ait bir çalışma |
Ahkâm kesmek konusunu ilk yazımda dile getirdiğim için
‘hunharca’ yazmaya devam edebilirim.
Ne diyorduk, evet Wes Anderson. Efendim yönetmenimizin
ismini 2013’te gösterime giren son filmi The Grand Budapest Hotel sayesinde
duydum. İlk sahneden itibaren özellikle renk kullanımıyla merakımı
celbeden film, sahnelerin estetiği ve su gibi akan hikayesiyle pek bir hoşuma
gitmişti. Sonrasında da “kimdir acaba bu filmin yönetmeni” merakıyla biraz
araştırma yapmıştım. Yine baştan söyleyeyim filmler üzerine fazlasıyla bilgi vermek niyetinde değilim zira bu bilgileri Google sayesinde kolaylıkla
bulabilirsiniz. Benim derdim filmlerin bende bıraktığı his üzerine ki asıl
yazma nedeni de burada ortaya çıkıyor.
İlginç aileler, fenomen karakterler
Anderson’un iki kısa filmiyle beraber sekiz uzun metrajlı
filmi var. The Life Aquatic with Steve Zissou filmi haricinde hepsini izlemiş
biri olarak Anderson filmlerinde temel olarak beni çeken unsurlar başta da
belirttiğim gibi hikaye ve renkler. Neredeyse her filminde ‘aile’ merkezli bir
hikaye ve bu aileye bağlı olarak birbirinden ilginç karakterler görüyoruz.
Karakterlerin her birinin nevi şahsına münhasır özellikleri var ki bu da yine
filmlerindeki güzel detaylardan biri. Her karakterin farklı, bir bakıma bağımsız
bir hikayesi olmakla beraber farklı bir tarzları da mevcut. Yani her filmde bir
aksesuar -bu bazen bir şapka, bir çanta ya da şal olabilir- mutlaka ön plana
çıkıyor.
The Royal Tenenbaums |
Anderson’un her filminde klip tadında bir şarkı da mevcut.
Yani filmi izledikten sonra belli bir müddet o şarkıyı yeniden ve yeniden
dinleme ihtiyacı hasıl oluyor. Belli bir oyuncu kadrosuyla çalıştığı için bu
kadroya dahil oyuncuları bir filminde başrol, başka bir filminde ise yan rollerde
görebiliyoruz.
Moonrise Kingdom |
Şimdi gelelim en sevdiğim Anderson filmine. Cevabım
şüphesiz The Darjeeling Limited (Küs Kardeşler Limited Şirketi) ki bahsettiğim
övme kısmı da burada devreye giriyor. Çünkü filmi birkaç arkadaşa ısrarla
tavsiye etmişliğim, efendime söyleyeyim soundtrack’ini dinletmişliğim vardır.
The Darjeeling Limited |
Neden The Darjeeling Limited?
Başrollerde Owen Wilson, Adrien Brody ve Jason
Schwartzman olması büyük bir etken tabii benim için. Birbirinden çok farklı
üç kardeşin ‘manevi’ yolculuğunu anlatan hüzünlü ve komik hikaye başından
itibaren insanı çekiyor. Hindistan’a yapılan yolculukta yine bahsettiğim
estetik sahneler ve güzel müzikler söz konusu tabii.
Jack, Peter ve Francis kardeşler |
Bu filmde en sevdiğim
karakterse şüphesiz küçük kardeş Jack. Onun saf aşık halleri, küçük kardeş
olarak ‘şımarık’ olması beklenirken neredeyse her şeye “evet” demesi ve yazıya
olan sevgisi çok hoşuma gitmişti. Tabii Jack’i canlandıran Jason Schwartzman’in
oyunculuğu da yabana atılamaz zira oynadığı her filmde küçük bir rolü de olsa onu parlatır; kendisine sevgimiz ayrıdır. Jack’in hikayesini anlamak için Natalie
Portman’ın yer aldığı 13 dakikalık kısa film Hotel Chevalier’i de mutlaka izlemelisiniz. The
Darjeeling Limited’e giriş niteliğindeki kısa film, özellikle diyaloglarıyla
oldukça sağlam. Tabii bir de müziğiyle ki aşağıda sizler için yer alıyor;)
Hotel Chevalier |
Şimdi bakınca The Darjeeling kısmında baya kopmuşum gibi
görünüyor. Ama efendim siz tüm Anderson filmlerini izleyin. Yani izlediğim
hiçbir filmi beni hayal kırıklığına uğratmadı ama tabii aralarında daha çok
sevdiklerim de oldu haliyle. Mesela ilk uzun metrajlı filmi olan Bottle Rocket bu
listede ikinci sırada. Sonrasında The Royal Tenenbaums ve Rushmore şeklinde
devam ediyor sıralamam. Siz de izleyip kendi sıralamanızı yapar ve üzerine de
bir yorum çakarsınız belki. Gerçi ‘siz’ var mısınız ya da beni ne kadar ciddiye
alıyorsunuz o da başlı başına bir muamma ama… ;)
Bottle Rocket |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder