Evet, en son
Girit’e gitmek üzere Pire Limanı’nda kalmıştım ve olaylar gelişti ;) Altı sene sonra yeniden
Girit’e gitmek aslında kavuşmak benim için cidden çok heyecanlıydı. Seneler
önce başına neler geleceğini bilmeden Pire Limanı’nda gemiye binen o kız,
yıllar sonra içinde özlem ve heyecanla yeniden oralara kavuşmak isteyen birine
dönmüştü ve yine nostalji adına aynı limanda “o gemiyi” bekliyordu.
Duygusal bir
başlangıç oldu ama bu yolculukta fazlasıyla anılar ve güzel hikayeler
olduğundan mazur görülebilir sanırım. Yakın çevrem bilir, Girit’ten döndükten
sonra oraları dilimden düşüremeyip sürekli oraları anlatmalarım, artık
etrafımdakileri “ne Giritmiş arkadaş" moduna getirmişliğim
çoktur. Ve sürekli yeniden gitmek istesem de başka yollar çıkmıştı ama sonunda
şükür ki 2016 Ekim’de yeniden oralardaydım.
Bazı güzel şeylerin üzerine yazmak için biraz zaman geçmesi
gerekiyor sanırım. Yani yaşadığım şeyleri o anda hissetmenin dışında üzerinden
zaman geçtikten sonra yeniden düşünmek, belki özlemek farklı bir haz veriyor,
en azından bana…
Ne mi demek istiyorum? Şöyle ki, ekim ayında uzun zamandır
istediğim bir yolculuğa çıktım; Atina-Girit arası bir yolculuk. İlk durağım
elbette Atina’ydı. Bir yazıda anlattığım gibi Erasmus dolayısıyla Girit’e
gittiğimde Atina’ya gitmiş ancak bu gidiş bazı sebepler nedeniyle havaalanından
ötesine geçememişti ama bu sefer çok merak ettiğim şehirde üç gün geçirdim.
Uzun zaman sonra bu akşam tatlı bir muhabbet için Taksim'e gittim. İstiklal'den tünele doğru yürürken yine kendimce insanları incelemenin peşindeyim. Malum kış, soğuk ama her zaman bi' canlılığı olan İstiklal'deyim.
Caddeye ilk girişte kulağıma Yunanca birkaç cümle takılıyor ve hemen o tarafa bakıp içimden "algıda seçicilik" işte diyorum. Yürümeye devam ederken bu kez biraz daha uzaktan tanıdık bir şarkı çalınıyor kulağıma; Fairuz'un 'Nassam Alayna El Hawa'sı...
Bu şarkıyı ilk dinlediğimde acayip gaza gelmiş ve daha sözlerini öğrenmeden "dünyanın her yeri benim ulan" gibi bi' hisse kapılmıştım. Arap müziklerinin büyüsü bir yana, Fairuz'un sesi zaten bambaşka bi alem..
Neyse, yeniden o ana dönelim. Sese yaklaşınca dört Suriyeli abinin (nereli olduklarını kesin bilemesem de) ud, keman ve gitar eşliğinde o güzel Arapça aksanlarıyla ve gülümseyerek bu şarkıyı söylediğini gördüm. Şöyle ki, şarkının sözlerinde gurbetteki birinin memleketine duyduğu özlem anlatılır (Rüzgar üzerimize hafifçe esti / Vadinin kesiştiği yerden /
Ah rüzgar, rüzgarın aşkına / Beni vatanıma götür) Bu yüzden o zamandan beri bu şarkı kafamda hem insanın dünyanın her yerine ait olduğu hem de özelde memleketine duyduğu sevgiyle bütünleşmişti.
İstiklal'e yolunuz düşer de bu abileri görürseniz mutlaka dinleyin.
Belki de bu sebepten bu akşam o abileri dinlerken Suriyeli olduklarını düşündüm. Suriyeli olmasalar da bir şekilde memleketlerinden uzakta oldukları belliydi. Şarkıyı söylerkenki hallerinden hem bi' özlemleri olduğu hem de gülümsemeleri nedeniyle sanırım "her şeye rağmen" bir umutları olduğu hissine kapıldım. Yani belki kendimce çok anlam yükledim o ana ama orada farklı bir his vardı beni çarpan.
Biraz daha abileri dinledikten sonra yürümeye devam ettim. Cadde boyunca Arap kökenli ve sanırım çoğunluğu Suriyeli insanların birkaç kişilik gruplar halinde müzik yaptıklarını gördüm. Tabii ki bu, ilk etapta başka bir ülkede ayakta kalabilmenin yoluydu onlar için. Sonra belki bi' yandan "ne olursa olsun" umutları olduğunun bir göstergesi. Ve sanırım bir noktadan sonra benim anlayamayacağım başka duygu ve düşüncelerin yansımasıydı, bilemiyorum.
Malum zor günlerden geçiyoruz ama ne bileyim bu şehir, bu memleket velhasıl dünya güzel be kardeşler, hani kimseyi kırmasak, üzmesek ya keşke!..