Hikayemden notlar #2
- Her şeyin bir zamanı olduğuna inanırım. Bir şeyin zamanı gelmemişse ona başlasan bile yarım kalıyor, gitmiyor yani bir şekilde. Son zamanlarda bununla ilgili basit de olsa birkaç şey yaşadığımdan yine bu konu takıldı aklıma. Misal, 8 sene önce hevesle alıp sıkıldığım için yarıda bıraktığım bir kitap vardı. Yeniden okumaya başladım ve zamanında beni boğan kitap acayip sardı. Hatta bazı cümleleri sanki "şu anki" halime yazılmış gibi geldi. Bir de yine yarıda bıraktığım bir film... Çok kültürel örnekler oldu diyeceksiniz ama sıkılıp bıraktığım film bu sefer başka bir açıdan yakaladı ve cidden sevdim. İzlediğimiz, okuduğumuz, gördüğümüz şeyler yaşanmışlıklarımıza göre farklı açılardan etkiliyor hepimizi. Yani yaşamadığın bir şey hakkında yaptığın yorum ne kadar yavan kalıyorsa bu da öyle sanırım. Yarıda bıraktığımız şeyler bir zaman sonra "geride bıraktığına bir dön bak istedim" modunda çıkabiliyor karşımıza. Bir kitap, bir filmden ne anlam çıkardın arkadaş demeyin başka olaylarda da oluyor böyle şeyler, bir hatırlayın. He bir de merak edenler için filmin adı The Secret Life of Walter Mitty..

Başını alıp gitmeye, yaşadığın dünyaya başka bir yerden bakman gerektiğine ve bunun bazen de çok garip bir olayla başlamasının mümkün olduğuna dair, umut veren, hayal kurduran ve özellikle uzak coğrafyalardan sağlam karelerin yer aldığı bir güzel film. "Güzel şeyler ilgi beklemez" repliği ise filmden kalanlardan..
- Bu aralar uğrak yerlerimden biri Beyazıt Devlet Kütüphanesi. Cumartesi günleri, tatlı bir ritüel şeklinde kütüphaneye gidip bir şeyler çalışıyorum malum tez olayı için. Kütüphane ortamlarını severim ama burası hem bu ritüel olayından hem de burada çalışan insanların yardımseverliği ve iyiliğinden ayrı bir değerli oldu benim için. Tabii bazı zamanlar bu gidişler zorlasa da ve belli planlarda "kütüphaneye gitmem lazım" lafı eşi-dostu gıcık etse de seviyorum burayı. Bir müddet daha müdavimi olmaya devam edeceğim, bakalım.
 |
Yolumuza çıkan şehrin en güzel kapılarından..
|
- Tanımasam da bazı insanlara karşı anlık garip bir duygu hissederim derinde. Bilemiyorum belki bu hepimizin zaman zaman yaşadığı bir histir ama birine bakarsınız ve onun halinden, bakışından ya da konuşmasından anlarsınız bunu. Tüm insanların değerli olduğunu ve saygı görmeyi hak ettiğini düşünürüm. Tabii ne yazık ki bu durum belli bir noktadan sonra çok farklı bir boyuta dönüşerek canınızı sıkabilir, malum hepimiz birbirimizi bilerek ya da bilmeyerek fazlasıyla yormaktayız. Hani bu trafik, kalabalık, yaşam standardı falanı gösteriyoruz ya can sıkıntılarımıza, tamam bunlar da var elbet ama temelde en çok "insan yoruyor insanı." Ama en çok da "insan iyi geliyor yine de insana" garip bir şekilde. Bunlar karışık mevzular elbet, asıl demek istediğimden de uzaklaştım gerçi. Yani anlatmaya çalıştığım bazen birinin anlık bir bakışının beni hüzünlendirip, neredeyse içime bir şeylerin çökmesini sağlaması. Bu acıma falan değil, zaten bu his haddime de değil. Ne bileyim böyle hayatı nasıldır acaba diye merak ediyorum, neler yapar, mutlu mudur ya da kafamda ona farklı bir hikaye uyduruyorum falan. Garip işte...
- Filmlerden konuşmuşken Asghar Farhadi'nin The Salesman'i de bu ara izlenmesi gerekenlerden. Malum, film En İyi Yabancı Film dalında Oscar aldı ama bundan önemlisi Farhadi'nin ABD'nin mülteci yasağını protesto için geceye katılmayıp bir mektupla verdiği güzel cevabıydı. Hayatta bazı anlarda karşı durmak ve ses çıkarmak gerektiğinin güzel bir örneğiydi bana kalırsa. Bu arada Farhadi, Bir Ayrılık (A Separation) filmiyle yine aynı dalda Oscar almıştı zaten.

The Salesman'de de insan ilişkileri, yalan ve çarpıcı bir gerçek üzerinde duruluyor. Filmin güzel tarafı basit gibi görünen bir olayın farklı bir gerçeği ortaya çıkarması, insan psikolojisinin ne kadar derin olduğunu göstermesi ve elbette oyunculuklar. Bilmediğim ülkelerde yaşayan insanların yaşamlarını, oradaki kültürü vs fazlasıyla merak eden biri olarak İran da merak ettiğim bir coğrafya ve kültür. Filmde bunun izleri de mevcut elbette. İran deyince herkesin aklında aşağı yukarı oluşan bir algı varken Farhadi filmlerinde toplumun farklı yapısındaki insanları ve yaşamlarını da ustalıkla ortaya koyuyor. Oyunculuk demişken Naser rolündeki Farid Sajjadi Hosseini ise resmen alıp götürüyor olayı. Adam öyle gerçek oynamış ki yanlış yapan bir adamın pişmanlığını ve çaresizliğini fazlasıyla hissediyorsunuz (Baya spoiler oldu ama idare edersiniz artık ;)
 |
Naser karakteri (ortadaki amca)
|
- Hediye almayı herkes sever, ben de seviyorum tabii ama nedense bi' içime de kaçıyorum. Bir de pahalı hediye olayını sevmiyorum. Hediye dediğin içten gelmeli, kişiye özgü olmalı; o yüzden bazen bir not bile en değerli hediye olabilir. Bunları anlatıyorum çünkü yakın zamanda kuzenimden aldığım hediye beni acayip mutlu etti. "Bana benzeyen hediye" diye bir tabirim var ki bu da tam onlardan; bir gaz lambası, nasıl güzel. Hatta alırken o kadar heyecanlandım ve sevindim ki gaza gelip "bunu Antika Hayat adına alıyorum" tribine bile girdim ;) Sağolsunlar doğumgünüm sebebiyle güzel insanlardan öyle güzel, "bana benzeyen" yani beni anlatan hediyeler aldım ki görgüsüzlük olmasın diye hepsini buraya koyamıyorum ;) Güzel insanlar, var olsunlar..
 |
Bir an önce gaz yağı alıp yakar, dalar dalar giderim heralde..
|
- Bahar geldi ya insanın içine sebepsiz bir huzur, umut geliyor. En sevdiğim mevsim, bunun bir de nisanı var ki heyecanla bekliyoruz. He bir de yakın zamanda yeni bir yolculuk var, hayır ola diyelim..
Yorumlar
Yorum Gönder