Yeni bir yerlere gitmeği isteği uyandıkça geçmiş gezilere bakıp anıları hatırlama, özlem ve yeniden gitme isteği de hasıl oluyor. Sanırım bu aralar bendeki duygu durumu ve bu yazıya başlama amacım da bu. Öncelikle geçenlerde İlber Hoca'nın bir röportajını okurken Bosna ile ilgili söyledikleri öyle etkiledi ki cidden yeniden gitme isteği uyandırdı. Bosna ile ilgili öyle bir his durumum zaman zaman oluyor zaten. Gezdiğim yerlerden bazılarının başka bir etkisi oluyor ki bunu oradayken de hissediyor daha dönmeden "bir daha buraya gelmeliyim" diyorum, bazı yerler ise "tamam iyi hoş geldik, gördük ama bir daha görmeye de gerek yok hani" dedirtiyor. İşte 2015'teki Balkanlar gezisinden kalanlar arasında zaten gitmeden önce de en çok merak ettiğim Bosna "bir daha gelmeliyim" dedirten yerlerden.
Saraybosna, Başçarşı
O zaman olayı biraz
geri sarayım ve oradan devam edeyim. 2011'deki ilk yurt dışı deneyimimden sonra
mezuniyet, iş bulma, çalışma vs derken o "taraklardaki bez" durumum
bir müddet ertelenmişti. Sonrasında ikinci çıkış üniversiteden beri istediğim
Balkanlar'a oldu. Kendime bir yoldaş bulamayınca da turla gitmek zorunda
kalmıştım ama kafamda "turla nasıl olur, o kadar insan darlanır
mıyım, istediğim gibi gezebilir miyim?" vs sorular vardı ama
beklediğimden çok çok daha iyi geçmişti. Hatta cidden güzel bir gruba denk
gelip hala iletişimde olduğum kişiler bile oldu.
İlk durak Belgrad
Neyse efenim,
Balkanlar turu için yola çıkmak oldukça heyecanlıydı ve bir haftada 5
ülke, 11 şehir gezmenin aşırı bir yorgunluğu olsa da kesinlikle her
şeye değdi.
İlk durağımız Sırbistan'ın
başkenti Belgrad'dı. Otele yerleşmeden hemen gezmeye başladığımız
için ve aşırı sıcağın etkisi olsa gerek Belgrad kısmı pek etkili olmadı benim
için. Zaten Balkan coğrafyasında savaş, ekonomik durum vs olayların etkisi halen
çok bariz bir şekilde hissediliyor. Hani doğal güzellikler dışında şehirlerde
bir "geçmişte kalmışlık hissi" var ve bunu daimi
olarak hissediyorsunuz.
Belgrad, şehrin dış kesimi
Belgrad'ın en görülesi yeri Kalemegdan kısmı; Tuna ve Sava nehirlerinin
birleştiği kısım ve tarihi dokunun hissedildiği yerler önemli. Kaldı ki
tarihsel açıdan hep bizimle bağlantılı olaylara sahne olmuş alanlar buralar.
Onun dışında ise İstiklal Caddesi'nin baya küçük bir versiyonu olan şehir
merkezindeki cadde ise yine insana geçmiş zaman hissi veren, renksiz, gri bir
cadde bana kalırsa.
Kalemegdan'dan bakış: Tuna ve Sava Nehirlerinin birleştiği nokta
"Coğrafya kaderdir"
Belgrad'daki bir gecelik konaklama sonrası bana göre gezinin en heyecanlı kısmı ise Bosna'ya geçişti. Bosna'ya girişte en çok dikkatimi çeken yemyeşil, dağlık bir alan ve yağışlı iklim ki her haliyle Karadeniz'i, köyümü hatırlatmıştı. Yolculuk esnasında Bosna Savaşı'ndayken orada yaşayan rehberimizin anlattıkları çok etkiliydi. Bizim uzaktan görerek içimizin yandığı süreçleri yaşayan birinden dinlemek çok başkaydı. Yani bu ülkeye geldiğinizde hüzün ve acıyı hissediyorsunuz; İbn Haldun'un "Coğrafya kaderdir" sözü bu toprakları görünce zihninizde karşılık buluyor. İnsanların yüzlerinden de anlıyorsunuz bunu ama her şeye rağmen yaşamaya devam eden ve umut eden güzel insanlar ve güzel bir coğrafya elbette.
Köy yolunu hatırlatan dumanlı dağlar
Başkent Saraybosna'ya gelişimiz ikindi vakitlerinde, hafif bir yağmur eşliğinde olmuştu. Yönümüzü hemen Başçarşı'ya çevirdik ki hep fotoğraflarını gördüğüm bu güzel yerde olmak çok başkaydı. Başçarşı'nın ara sokaklarında genel olarak görülmesi gereken yerleri görüp Gazi Hüsrev Bey Camii avlusuna giriyoruz öyle huzurlu, öyle hoş ki... Caminin yanındaki çeşmeden su içiyoruz; rivayet o ki bu çeşmeden su içen mutlaka tekrar gelirmiş buralara, bunu duyunca daha bi' kanarak içiyorum tabii. Sonra akşam batmadan hızlıca geziyorum sokakları birkaç kare almak için ama söylemeliyim ki akşam vakti de ayrı bir güzel oluyor Başçarşı.
Gazi Hüsrev Bey Camii sebil
Gazi Hüsrev Bey Camii yanındaki meşhur çeşme
Boşnak böreğine doyamıyor bünye
Gazi Hüsrev Bey Camii'nden gelen akşam ezanı ayrı bir güzellik veriyor ruhuma. Ruhumu ezan sesiyle doyururken acıkan midemi de Boşnak böreğiyle ödüllendiriyorum. Ama dostlar, yok böyle bir güzellik. (Boşnak arkadaşları olanlar bilir bu güzelliği, evlerine gittiğinizde anne elinden çıkmış şahane börekleri indirirsiniz mideye ve sonra da vazgeçemezsiniz bu lezzetten) Girdiğimiz dükkanda mavi gözlü bir kız kardeş Türk olduğumuzu anlayıp "Hoşgeldiniz abla" diyor tatlı aksanıyla ki ölüyorum sevinçten. Gerçekten kardeş diyorum içimden, uzak da olsa kardeşler işte. Gittiğim yerlerde oranın sakinleriyle selamlaşmak, konuşmak en azından uzaktan gülümseşmek bile güzelken burada Türkçe kelimelerle karşılanmak ve Türkler'e ayrı bir sevgileri olduğunu hissetmek başka bir anlamlı ve duygulu oluyor elbet.
Boşnak böreği = Yemelere doyamamak
İkinci gün Mostar'a gidiyoruz. Yine hayalimdeki şehirlerden biri. Mostar'ı da tam beklediğim gibi buluyorum ama beklediğimden biraz daha kalabalık haliyle. Neyse hemen köprüye yürüyorum, ne yazık ki o güzelim tarihi köprünün bombalanması geliyor aklıma. Diyorum ya bu topraklarda hüzün ve güzellik bir arada. Köprüye bir de Neretva Nehri'nin yanından, aşağı noktadan bakmalı. Hayran hayran bakıyorum, ayaklarım soğuk nehir sularında, kalbimde huzurla. Sonra bir de Boşnak köftesi cevapi yemeden gitmemeli buradan, gitmiyorum tabii.
Malum güzellik Mostar Köprüsü
Blagay Tekkesi de diğer durağımız oluyor. Mükemmel bir manzaranın içinde, başka bir aleme açılan bir kapı sanki burası. Buna Nehri'nin kaynağında bulunan ve milli anıt olarak kabul edilen tekkeyi geziyoruz. Orada bulunan birinden tekkede ayin yapılmaya devam edildiğini ve yolda kalan vs kişilerin misafir edildiğini öğreniyoruz. Tekkenin camından dışarı bakınca kayalıkların dibinden doğan nehrin güzelliği zaten kalbinizi çalıyor, iç dünyayla dış dünyanın buluştuğu en güzel örneklerinden biri bana kalırsa. Tabii burada da nehrin soğuk suyuna sokuyorum ayaklarımı, hani bu güzelliği daha derinden hissedebilmek için.
Počitelj ise kendine has mimarisiyle yine görülmesi gereken şirin bir yerleşim yeri. Taş sokaklarda gezindikten sonra bir Boşnak kahvesi içmek de günün en tatlı anı oluyor. Akşam konaklamamız ise Hersek kısmında Trebinje şehrinde. "Nehre yansıyan şehir" olarak kalıyor bu şehir de aklımda. Öyle sakin, öyle kendi halinde ki... Dağların arasında ve nehrin kıyısında küçük bir merkezi olan şehir, insanda her şeyden uzakta olma hissi uyandırıyor. Akşamsa nehre bakan iki katlı bir otelde uykuya dalıyorum.
Taş mimarinin en güzel hali: Počitelj
Nehre yansıyan şehir: Trebinje
Üçüncü gün ise Arnavutluk'a gitmek üzere ayrılıyoruz Bosna'dan. Ama diyebilirim ki kalbimin bir kısmını buralarda bırakıyorum. Tur programında olmadığı ve vakitsizlik nedeniyle ziyaret edemediğim Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç ve şehitlerin kabri ve Umut Tüneli ise bir daha gitmek için en geçerli gerekçelerim oluyor, malum suyu da içtik ;)
Yani Bosna'dan bana güzellik, hüzün, huzur, umut, bol bol Boşnak böreği ve güzel insanlar kalıyor. Başta bahsettiğim İlber Hoca'nın röportajında dediği gibi "İnsan bunaldığı zaman Bosna'ya gitmeli."
Yeşile ve gökyüzüne doymak
Son not: Boşnak arkadaşlarım dolayısıyla öğrendiğim ve sevdiğim bu şarkıyı da eklemeliyim mutlaka ;)
Yazının devamını bekleyiniz bir de..
Fotoğraf turu
İvo Andriç'in Drina Köprüsü'nü geziden sonra okudum ve nehir artık daha anlamlı benim için
Sonuçta antikasız olmaz
Saraybosna'da Avrupa ülkelerinden gelen eski tramvaylar hala kullanılmakta
Bir fotoğrafçı vitrininde göze çarpanlar
1. Dünya Savaşı'nın başlamasına sebep Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand'ın suikaste uğradığı Latin Köprüsü, Saraybosna
Galatasaray sevgisi buralara kadar gelmiş (Başçarşı)
Başçarşı durağı
Akşam vakti Başçarşı sokakları
Bol sohbetli Moriç Han
Moriç Han'da olmazsa olmaz Boşnak kahvesi
Kapalıçarşı tadında Moriç Han
En tatlı simgelerden, Başçarşı sebili
Mostar Köprüsü'nden bakış
Mostar çarşı
Blagay'da akla gelendir: "Dinleyelim dağ başında figanı / Bir de hu çekelim hu leyli leyli"
Buna Nehri'nin kaynağı, gözle görülmesi gereken güzellik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder