Genel olarak yazdıklarıma bakınca hep bi' şehirden kaçış durumu var ama bu yazıda size
İstanbul güzellemesi yapacağım. Tabii bu bir lütuf değil zira güzelim İstanbul'un buna zerrece ihtiyacı da yok. Bana göre bu güzel şehir sanki sürekli kızılan ama bi' türlü kopulamayan sevgili gibi yani bi' yerden yakalayıp yine sevdiriyor kendini...
Kendimi bildim bileli İstanbul'dayım, öyle ki küçükken İstanbul dışında yaşayan insanlar bana çok garip gelirdi yani o yaşlarda benim için buradan başka bir yerde
"yaşanılamazdı". Başka şehirlerde de
"yaşanılıyormuş" algısı ilk olarak üniversite için gittiğim
Kocaeli'de gerçekleşti benim için. İlk zamanlar bana oldukça küçük gelen şehir, orada yaşadıkça orada tanıyıp sevdiğim insanlar arttıkça başka bir anlama büründü. Küçüklüğü daha bir yaşanılabilir geldi, koca bir
5 yılın sonunda ayrılması da o denli zorlaştı tabii. Fırsat bulup gittiğim zamanlarda da anıların etkisiyle kalbim acıyarak ve hüzünle gezerim hala sokaklarında. Malumunuz bir de burada bahsettiğim
Girit kısmı var hikayemin. Sonrası yine yeniden İstanbul...
Diyorum ya dönüp dolaşıp yine İstanbul'da buluyoruz kendimizi, buluyorum diyeyim ya da.. Küçük şehirlerde geçici ve görece daha rahat yaşamdan sonra ailen burada olsa da dönüş elbette çok zor oldu. Bir de iş hayatı vs derken yaklaşık
6 yıldır bu şehrin bambaşka bir tarafını görüyorum, ne yazık ki gördükçe de kaçma isteği daha da artıyor her geçen gün. Sanırım herkes için geçerlidir bu durum; sahip olduğumuz güzelliklere belli bir zamandan sonra alışma, uzakta olanı daha çekici bulma... Ama farkındalık hali çökünce eldekinin kıymetini yine bilebiliyor insan. İşte böyle zamanlarda İstanbul'a bakıp yine içimden diyorum
"güzel şehirsin vesselam, her şeyin sonunda yine gönlümüzü çalıyorsun" diye... Bu hissi belli zamanlarda ve şehrin belli yerlerinde hissediyorum, buraların başında da tarihi yarımada geliyor.
 |
Süleymaniye Camii
|
Geçenlerde okula uğradığım kısıtlı zamanlardan birinde kendimi yine
Beyazıt'tan
Eminönü'ne doğru yol alırken buldum. Okulun arka kısmından
Süleymaniye'ye gidiverdi ayaklarım ve inanın dostlar hafta içi daha çok fazla kalabalık yokken buralarda yürümek öyle güzel ki. Ve
Süleymaniye Camii'nin avlusuna girer girmez var olan seslerin de susması, sanki külliyenin duvarlarının tüm gereksiz sesleri dışarıda tutması ve fazlasıyla hissedilen o huzur. Anlık zamandan uzaklaşmayı hissetmek için yeşillikler içinde ağaçların altında bir süre soluklandım, öyle iyi geldi ki. Sonra külliyenin Eminönü'ne çıkan bir kapısından çıktım ki burada karşınıza farklı yönlere açılan iki kapı daha çıkıyor ve bu kapılara öğle güneşinin vuruşuyla oluşan ambiyans insanda sanki başka bir aleme çıkılıyormuş hissi uyandırıyor..
 |
Süleymaniye avlusu
|
 |
Bahsi geçen kapılar
|
Sonrasında
Mercan Yokuşu'ndan
Mahmutpaşa tarafına girdim ki amanın yine aynı kalabalık, gelin adayı kardeşlerimizin çeyiz telaşesi. Cidden Allah yardım etsin, o kalabalıkta o mücadele, eller kollar dolu zor iş velhasıl. Bu kalabalığa daha fazla dayanamayıp
Mısır Çarşısı'na girdim. Çarşı, turistler dışında oldukça sakin, çarşı çıkışında da caanım
Çiçek Pazarı ki en eğlenceli kısım burada. Tam bir amatör ruh haliyle kendimce bu ara gaza geldiğim tohum olayına daldım burada;
domates, Çengelköy salatalığı, maydonoz ve
biber tohumlarından aldım ama kötü haber şu ki ekim tarihlerini geçirmişim yani güzelleri ekmek için Ocak ayını beklemem gerekiyormuş. Neyse ki evde anneciğimin çiçekleriyle avunuyorum. Bir de
akşam sefası tohumundan coşan bir saksım ve
limon çekirdeğinden filizlenen bir minnağım var ki ilk göz ağrılarım onlar :)
 |
Mısır Çarşısı
|
 |
Güzelim çiçekler, tohumlar...
|
Bu kadar yürümenin ödülü Eminönü'nde
limonata ve
boşnak böreği oldu. Biraz soluklandıktan sonra
Unkapanı'na doğru yürüdüm, otobüse ha bindim ha biniyorum derken
Fatih Kadınlar Pazarı'na kadar çıktım. Oradan
Saraçhane Parkı'nda son bir duraklama ve sonrası Fatih'ten istikamet eve ;) O gün yaklaşık
10 km yürümüşüm, bakınca bi şaşırmadım değil hani ama pek güzeldi.
Birkaç gün sonrasında da 10 günlük bayram tatilini fırsat bilip kaçanların bahşettiği boşluktan faydalanıp
Heybeliada'ya geçtik. Şehir boşken daha bi güzel, ada kafası çok daha güzel tabii. Adada en güzel şeylerden kafa dinleme ve bisiklet turuyla geçen bir günden kalanları da fotoğraflarıyla paylaşayım o zaman ;)
 |
Heybeliada iskele
|
 |
Gönülçalan..
|
 |
Adada "sakin hayat"
|
Demem o ki İstanbul'da ara sıra böyle
"turist kafasıyla" gezmek gerekiyor sanırım çünkü eminim turist olarak bu şehre gelsem hayran kalır ve bu şehirde yaşayanlar ne şanslı insanlar diye iç geçirirdim. O yüzden her fani gibi elimizdekilerin kıymetini bilmek için arada durup da bir bakmak, düşünmek ve bolca şükretmek lazım gelmekte.
Eline sağlık :)
YanıtlaSilEyvallah, okumaya devam etmene sevindim ;)
Sil