10 Temmuz 2018 Salı

Yeniden Atina'dan bildiriyorum


Koca bir üç ayın ardından selamlar, sevgiler dostlar. Eminim üç ay yazmamam hayatınızda hiçbir eksikliğe sebep olmamıştır ;) Ama bu üç aylık sürecin bir kısmında benim için kısa süreli de olsa tatlı bir değişiklik oldu. İşte bu yazı tam da bu tatlılığın çetelesine dair, buyrunuz..

Efendim, Şubat ayında "hani olmaz ama" diyerek THEYSPA programına başvurmuştum. Malumunuz Girit'te başlayıp İstanbul'da devam eden ve sonrasında uzun bir ara vermek zorunda kaldığım Yunanca ile yeniden yüzleşmek istedim. Belli bir yaştan sonra (evet, artık bu kalıbı çok kullanıyorum) insan yarıda bıraktığı şeyleri ya tamamlamak ya da tamamen bitirmek istiyor (alın size tweet;) Mayıs başında programdan burslu olarak kabul aldığımı duyunca gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi tabii. "Gidebilecek miyim, işi ne yaparım, bir buçuk aylık bir eğitim nasıl olur ki" derken olaylar gelişti ve kendimi haziran başında Atina'da buldum. Atina'ya iki yıl evvel turist olarak gelmiş hatta şöyle bir şey yazmıştım. Şimdi ise yaklaşık bir aydır buradayım. Bu yazıyı biraz da burası ile vedalaşmaya yakın yazmak istedim ki eksik bir şeyler kalmasın; bu arada Atina'da miadım 3 gün sonra doluyor.

Acropolis'le uzaktan bakışırken



Yorgo amca, yeni bir hikâye  

Yunanistan ile farklı bir bağım var, bunu yakınlarım pek iyi bilir. Bunda elbette Erasmus'un payı çok fazla. Bu aslında bana özel bir durum değil emin olabilirsiniz, tanıdığım Erasmus yapmış herkes (bu da askerlik yapmak gibi bir kullanım oldu:) kesinlikle gittiği ülkeyle farklı bir bağ kuruyor ve sonrasında yeniden gidip anıları tazelemek ve belki orada bir müddet de yaşamak istiyor. Ben de çeşitli vesilelerle buralara yeniden gelmeyi isteyenlerdenim. Yunanistan ile olan bağın diğer bir kısmı ise malum halk ve kültürle olan aşırı benzerliklerimiz. Misal, bu yazıyı mahallemizin kahvesinde yazıyorum (Dünya Kupası yarı final maçını izleyerek:) Burada kahve ve "καφενείο" olayı günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası. Moderninden eski tarz olanına kadar her seçenek mevcut. Bense mahallemizdeki Loukas'ın kahvesini ayrı bir seviyorum. Çoğunlukla emekli amcalar olmakla beraber bizdekinin aksine buraya kadınlar da geliyor. Kahvenin müdavimlerinden Yorgo amca ile az önce tanıştım. Kahve sahibine wi-fi'yi sorarken hemen yardımcı oldu, bu arada hocalarımızın tavsiyeleri üzerine günlük yaşamda hatalı da olsa Yunanca konuşmaya çalışıyoruz ki aşırı tatlı oluyor. Tıkandığımız yerde İngilizce sonra Yunanca derken anlaşıyoruz bir şekilde ve Yunanca konuşmamız herkesin hoşuna gidiyor. Misal, Yorgo amca nereli olduğumu sordu, cevabıma ise hemen hemen tanıştığım tüm Yunanlar gibi "Aramızda hiçbir sorun yok, her şey geride kaldı, biz sizi gerçekten seviyoruz" diye cevap verdi. Bu arada annesi İzmirli olduğu için araya Türkçe cümleler de sıkıştırıp "Ben Zeki Müren'i, Hülya Koçyiğit'i de biliyorum" dedi. Sanırım Yunanistan ve genel anlamda farklı bir yerlere gidip insanlarla tanışmanın en güzel yanı, hiç ummadığın bir anda yaşadığın bir olay, dinlediğin bir hikâye ve gülümsediğin bir sohbet oluyor.

Loukas'ın mekânı


Yunanca ile ciddi düşünüyorum
Şimdi gelelim Atina'da günler nasıl geçiyor? Öncelikle aynı programda eğitim alan iki Mısırlı arkadaşla aynı evde kalıyorum. Evimiz Pagrati'de yani Syntagma Meydanı gibi şehir merkezine yürüyerek 15 dakikada ulaşabiliyorum ki akşam vakitlerimin en önemli aktivitesi benim için bu. Okulumuz da Zografos kısmında ve otobüsle yine 15 dakikada ulaşabiliyoruz. Atina Üniversitesi'ne (National and Kapodistiran University of Athens) bağlı THEYSPA ise, Yunanca öğrenmek ya da dilini ilerletmek isteyen herkese şiddetle tavsiye edeceğim bir program. Yaz için altı haftalık bir program ne kadar iyi olabilir diye düşünürken her anlamda beklentilerimi fazlasıyla karşıladığını söyleyebilirim. Haftada 4 gün ders, bir gün de Acropolis gibi Atina'nın önemli yapıları ve müzelerine kültürel geziler var ki burada da hocaların Yunanca anlatımı "listening" kısmına epey faydalı oluyor.

Atina Üniversitesi kampüs girişi


Ödev olayları 


Modern Yunanca Bölümü binası



Kahve ve ötesi
Ders sonrası arkadaşlarla yemek ve kahve faslı oluyor elbette. Dostlar, burada kahve olmazsa olmaz bir şey, hani bizdeki çay olayı gibi. Genel anlamda kahveye düşkün biri olmasam da burada her gün bir sağlam kahvem var. Hava sıcaklığı nedeniyle burada frappe, freddo cappucino gibi soğuk kahveler favori, günün her saati herkesin elinde görebilirsiniz. Ben genelde Yunan kahvesi içsem de soğuk kahvelere de alışmaya başladım. Kahveye aşina olmayışımı ilk içtiğim freddo cappucino sonrası sabah 6'ya kadar uyuyamayışımdan tahmin edebilirsiniz. Bu arada Mikel'in freddo cappucinosu ise ayrı bir güzel. Okul sonrası eve gelip bir dinlenme faslım oluyor; el klasiko ;) Çünkü dostlar buradaki sıcak bir başka. Aşırı sıcağı hiç sevmem, ruhumu emer resmen, buradaki sıcak da bu türden olunca, öğlenleri evde yatış modunda geçiriyorum, akşamları ise ayaklarım nereye giderse oraya modunda aylaklığa adıyorum.

Ders arası freddo cappucino molası


Yunan kahvesi ritüeli




Yavaş hayat
Bir kere burada kafe ya da restorana gittiğinizde önünüze hemen koca bir bardak soğuk su getiriliyor; "hoşgeldiniz, hele bir dinlenip soluklanın hesabı". Sonrasında sipariş almak için kimse sizi darlamıyor ya da "hadi kahveni içtin/yemeğini yedin, kalk git" tarzı bir durum olmuyor. Her şey "siga siga" burada. Ama bazen bu tatlı yavaşlık, İstanbul gibi bir yerde yaşayan ve hıza alışmış benim gibilere tuhaf gelebiliyor. Geldiğimden beri toplu taşımada tartışan ya da sesini yükselten birilerine denk gelmedim. Otobüs geç gelse, gelmese ya da grev olsa (ki burada özellikle ulaşımda grev çok fazla oluyor) kimse sinirlenmiyor, herkes kabullenmiş ve sakin. Misal okuldan dönerken bindiğim otobüs anlamadığım bir şekilde kampüsten çıkışta kafasına göre 5-10 dk. bekliyor. Gelen giden de yok hani, ben yavaştan kıpırdanıyorum, kendi kendime söyleniyorum falan insanlarda ses yok. İşte o anlarda diyorum "içindeki İstanbullu hemen belli oluyor" diye.

Öğle sakinliğinde bir taverna


Bu süreçte dipnotluk olaylardan biri de bayramda Atina'ya gelen can kuzen oldu. Yıllar önce Girit'e gelmesi için kurduğumuz hayaller burada gerçek oldu, yani ki hiçbir şey yarım kalmıyor sanırım dostlar. Burada tanıştığım ve bir şekilde yolumuzun kesiştiği insanlar ve paylaştıklarımız da yine heybeye eklenenlerden. Türk ya da yabancı olsun tanıştığım herkes iyi ya da kötü farklı bir şey kattı diyebilirim, bu da başka bir güzellik aslında. Bu süreç için özellikle manevi olarak destek ve bilgi veren herkese -ki sanırım okuduklarında gönül rahatlığıyla üzerlerine alınabilirler- tüm güzel insanlara da teşekkür ederim. Ve yine son cümle olarak "yola çıkıp güzel hikayeler biriktirelim dostlar" diyerek Atina'dan selam ederim :)

Fotoğraf turu

Milli Park'taki rutin yürüyüşlerden



Sokağımdaki güzeller


Monastraki'ye bakış


Cuma pazarımdan, amca Türkiye'den geldiğimi öğrenince fazladan meyve verip elime de bir avuç kiraz dolduruyor.


Psiri'deki taverna sokağı 



Psiri



Ancient Agora


Mahallemizin çiçekçisi

Vasilis Tsitsanis anısına verilen ve Giorgos Dalaras, Giannis Kotsiras gibi isimlerin yer aldığı şahane bir konserden (elbette güzel insanlarla beraber ;)  




Arkeoloji Müzesi



Vintage dükkanlarda bugün


Yunanistan'ın ilk meclisi






Ferah bir akşamdan


Acropolis'in yan tarafında kalan bu tepeye bayılıyorum, hele de günbatımında


Plaka, tartışmasız Atina'nın en sevdiğim bölgesi 











Altın vuruş: Serbetia'da sıcak baklava, havuçlu kek ve kaymaki ;) 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder