18 Eylül 2016 Pazar

Bir Girit hikayesi


Bilen bilir Girit’in bendeki yerini ya da şöyle diyeyim bilmeyenler de bu yazıyla öğrenecek…

Herkesin hayatında ayrı bir yeri olan bir dönemi, bir yolu, bir yeri ya da zamanı vardır elbet, benim içinse bu kavramların tam karşılığı Girit’tir. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama o dönem için ben hep ‘hayatımın en güzel ve en huzurlu 4,5 ayı’ diyorum. Hani yenilendiğinizi, dinginliğe kavuştuğunuzu ya da tam olarak kendinizle baş başa kaldığınızı hissedersiniz ya öyle bir şey ya da henüz yaşamadıysanız yaşamanızı dilediğim bir süreç. Benim için her şeyden önce aciz bir insan olarak tek başıma çıktığım bir yolda hep inandığım gibi ‘ne olursa olsun Yaradan’ın benimle beraber olduğu’ inancımın güçlenerek karşılık bulması. (Yıllar sonraki buluşma için http://antikahayat.blogspot.com/2017/01/ve-yeniden-giritte-evet-en-son-girit-e.html#more)

Rethymno Venedik Limanı


Biraz derin bir giriş olduysa şöylece yumuşatayım. Efendim yurt dışı nedir bilmemiş biri olarak fazlasıyla korkarak ve aslında tamamen anne ve babamın teşviki ve bir bakıma kendim için kaçırmamam gereken bu tecrübe için “oraya gideceksin” emri vakileriyle Erasmus programı kapsamında Girit’e gitmeye niyetlendim. Niyetlendim diyorum ama son ana kadar hep vazgeçmenin yollarını ararken 2010 yılında bir sonbahar günü kendimi her ne kadar uzak olmasa da başka bir ülkenin başkentinde, yine aynı gün kulağa çok havalı gelse de bir adaya gitmek için 9 saatlik bir gemi yolculuğunda buldum. Korku, endişe, özlem gibi hisleri bir kenara koyarsak ilginçtir ki havaalanından itibaren insana bir cesaret ve heyecanın geldiğini o gün fark etmiştim. Bir bakıma “su soğuk ama girdikçe alışıyorsun.”

Hep sevdiğim dar ve renkli sokaklar

Hayaldi, gerçek oldu

Yine ilginçtir Girit’e adım atar atmaz sanki yıllardır orada yaşıyormuşum ya da orada yaşamam gerekiyormuş gibi bir hisle ortalarda dolanmaya başlamıştım. İstanbul’da yaşayan birisi olarak adalar benim için hep ayrı olmuş, az da olsa her gidişimde özellikle o eski konakların, kapıların önünde durup “Allah’ım acaba şu ahir ömrümde şöyle bir yerde yaşayabilecek miyim?” diye çok düşünmüşümdür. Mala mülke düşkün biri değilim zaten hayalini kurduğum bir konak ya da yalı değil basit, renkli kapıları olan bir ada eviydi. Bir adada yaşayıp o tarihi hissetmek, gerçekten doğayla baş başa kalmak, dar sokaklarda gezinip bisiklet sürmekti en büyük hayalim ve şükür ki geçici bir dönem için bile olsa bunu doyasıya yaşayabildim.

Kaldığım pansiyon Makri Steno

Genelde şükrederek yaşarım yani elimde olanın kıymetini bilmeye çalışırım ama özellikle Girit’teyken her sabah mutlu ve huzurlu uyandığımı ve bunun için ayrıca şükrettiğimi hatırlıyorum. Evet efendim yine söyleyeyim abartmıyorum bunlar yaşandı ve hissedildi ;)

Yine bakkal amca, yine koruma içgüdüsü

Tabii bu güzelliklerde gerçekten adada da güzel insanlarla karşılaşmamın etkisi fazladır. Turistik bir yer olması dışında Girit halkının çok sıcakkanlı, sevecen ve samimi olduklarını söylemeliyim. Komşu Yunanlılarla birbirimize fazlasıyla benzediğimiz zaten hepimizin bildiği en azından duyduğu bir konu ama ben orada bunu bizzat gördüm. Yemek, müzik, fiziksel özellikler dışında kapılarda oturan yaşlı teyzeler, öğlen saatlerinde kahvelerde oturup kahve içen ve sesli bir şekilde tavla oynayanlar, bıyıklı ve tespihli amcaların yollarda dolanmaları ve daha birçok şey bana pek yabancı gelmemişti zira. Ayrıca özellikle yaşlı amca ve teyzelerin Türk olduğumu duyunca beni daha ayrı bir sevmeleri, hemen ‘komşi’ deyip kendilerince Türk ve Yunan halkı arasında bir sorun olmayıp tüm sorunun siyaset düzeyinde olduğunu belirtmeleri.

Kaldığım pansiyonun sokağındaki bakkal amca her gidişimde “bir sorunun var mı, varsa mutlaka söyle” deyip beni tembihler, şekerci dede oradan alışveriş yaptığımda cebime fazladan şeker koyup gönderirdi. Bir de beni resmen evlatlık gibi kabullenen bir güzel aile ki bağımız hala devam etmekte. Benim gibi Erasmus programıyla gelen diğer öğrenciler, onlarla tanışmak ve yine güzel dostluklar edinmek. Sanırım bu yazı düşündüğümden uzun olacak çünkü yazılacak o kadar güzel anılar var ki… Sılaya ve sevdiklere özlemin yeri de bir başkaydı ama teselli yine onlarla bir arada olacak olmanın ferahlığıydı tabii.

Rethymno Old Town, sıcacık bir meydan..

Girit Üniversitesi’nde eğitim gördüğüm için Rethymno’da, Old Town olarak geçen bölgede yani şehrin tarihi merkezinde kalmıştım. Çok güzel, tam ‘hayalimdeki gibi’ bir pansiyonda kalıyor, tabir-i caizse tatil modunda, aslında her anın tadını çıkararak σιγά σιγά (yavaş yavaş) yaşıyordum.

Bu arada Girit, Yunanistan’ın en büyük adasıdır ki benim de en başta düşündüğüm gibi “adadır yani en nihayetinde, küçük bir yerdir” algısından fazlasıyla uzakta. Altı şehri olan adanın başkent olarak geçen Heraklion şehrine gitmek için bir saatten fazla bir yol gidiyorsunuz. Girit’te gezilecek fazlasıyla yer olduğu için ve bu yazının amacını aşacağı için “Girit’te nereye gidilir, ne yapılır?” gibi kısımlara pek girmiyorum. Ancak söylemeden geçemem Hania’nın yeri ayrıdır. Tarihi dokusunu fazlasıyla koruyan şehrin sokaklarında gezerken adeta bir masalda gibi hissedersiniz kendinizi, aklınızda olsun. 

Bir zamanlar yaşadığım yerde, yaşadığım huzuru öyle güzel anlatmış ki.. (Zorba - N. Kazancakis) 

Ayrıca çok sevdiğim bir kitap olan Zorba da yazar Nikos Kazancakis’in yıllar sonra doğduğu yer olan Girit’e gelişini ve orada meşhur Zorba ile yaşadıklarını anlatması açısından benim için başkadır. Fırsat bulursanız kitabı okumanızı, sonra da filmini izlemenizi öneririm.

Dünya büyük, gezelim-görelim

Girit üzerine destan yazabilirim sanırım ama yazının sonuna yaklaşırken bu serüvenle birlikte içimdeki ‘gezme merakını’ keşfetmiş oldum diyebilirim. Belki klişe gibi gelecek ama yola çıkmak, olduğun yerden ayrılıp yeni yerler, yeni insanlar, kültürler tanımak, kendinle daha fazla vakit geçirmek ve yeniliklere açık olmak kesinlikle önemli ve deneyimlenmesi gereken şeyler. Bu da başka bir yazının konusu olsun diyeyim öyleyse. Ve gezmek, başka yerler görmenin önemi üzerine yakın zamanda bir tanıdığın güzel bir düşüncesini aktararak yazıma son vereyim “bu önemli olmasaydı doğduğumuzda ‘dünyaya geldi’ demezlerdi, sadece doğduğumuz yeri söyleyerek misal ‘Türkiye’ye geldi’ derlerdi. Yani doğduysak görebildiğimiz kadar farklı yer görmemiz lazım.” 

Fotoğraflarla Girit turu

Hania'da pek güzel bir sokak

Her hafta alışveriş yaptığım pazar

Sokak halleri

Kıyılara isim yazmak gelenektir

Osmanlı döneminden kalma bir çeşme

Kaldığım sokağın gece hali

Bir ada klasiği olarak bisiklet

Irkçılık karşıtı bir gençlik festivalinde asılan Filistin bayrağı


İçerisi oldukça şirin bir matbaa atöylesi


Girit Üniversitesi kampüsünden bir duvar detayı

Ara sokaklardan gelen lyra ezgileri, evet kemençeye çok benziyor sesi


Osmanlı döneminde cami, şimdi ise kilise olarak kullanılan bir ibadethane

Evet evet, görürsün Hanya'yı Konya'yı deyimindeki Hanya



8 yorum:

  1. Güzel kalemine sağlık..sabah sabah keyifle okudum mis gibi geldi

    YanıtlaSil
  2. Girit'e gitme isteği uyandırdın sabah sabah :)

    YanıtlaSil
  3. Hep dinliyorduk senden Girit'i ama okumak da bi' başka hani.. Huzurlu bir pazar kahvesi gibi :) Seyahatlerin artması umuduyla...

    YanıtlaSil
  4. Okurken Grit anilarinda sanki ben de varmisim, yasamisim gibi hissettim, oyle guzel bir yazi, oyle guzel bir paylasim, yuregine saglik.

    YanıtlaSil
  5. Mervenur Altınok15 Mayıs, 2018

    O kadar içten, o kadar samimi ve o kadar tanıdık ki.. Tanıştığıma memnun olduğum nadide insan! Nice güzel anıları biriktirmen dileğiyle.. :)

    YanıtlaSil
  6. Öyle mutlu oldum ki bu güzel yorumuna ve elbette öyle tatlı ki seninle tanışmak. Hepimiz için daimi mutluluklar ve unutulmaz anılar diliyorum, sevgiler :)

    YanıtlaSil
  7. Giritli olarak bizleri tekrar gezdirdiniz.Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmenize çok sevindim, teşekkür ederim.

      Sil

Esrarlı bir şehir: Napoli

Uzun zaman sonraki bu gezi yazısında Ocak ayında gittiğim, tadı damakta kalan bir Napoli güzellemesi gelecek. Aslında gezinin başı, iş dolay...