Bilen bilir Girit’in bendeki yerini ya da şöyle diyeyim
bilmeyenler de bu yazıyla öğrenecek…
Herkesin hayatında ayrı bir yeri olan bir dönemi, bir yolu,
bir yeri ya da zamanı vardır elbet, benim içinse bu kavramların tam karşılığı
Girit’tir. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama o dönem için ben hep ‘hayatımın en
güzel ve en huzurlu 4,5 ayı’ diyorum. Hani yenilendiğinizi, dinginliğe
kavuştuğunuzu ya da tam olarak kendinizle baş başa kaldığınızı hissedersiniz ya
öyle bir şey ya da henüz yaşamadıysanız yaşamanızı dilediğim bir süreç. Benim için
her şeyden önce aciz bir insan olarak tek başıma çıktığım bir yolda hep inandığım
gibi ‘ne olursa olsun Yaradan’ın benimle beraber olduğu’ inancımın güçlenerek karşılık
bulması. (Yıllar sonraki buluşma için
http://antikahayat.blogspot.com/2017/01/ve-yeniden-giritte-evet-en-son-girit-e.html#more)
 |
Rethymno Venedik Limanı
|
Biraz derin bir giriş olduysa şöylece yumuşatayım. Efendim
yurt dışı nedir bilmemiş biri olarak fazlasıyla korkarak ve aslında tamamen
anne ve babamın teşviki ve bir bakıma kendim için kaçırmamam gereken bu tecrübe
için “oraya gideceksin” emri vakileriyle Erasmus programı kapsamında Girit’e gitmeye
niyetlendim. Niyetlendim diyorum ama son ana kadar hep vazgeçmenin yollarını
ararken 2010 yılında bir sonbahar günü kendimi her ne kadar uzak olmasa da başka
bir ülkenin başkentinde, yine aynı gün kulağa çok havalı gelse de bir adaya
gitmek için 9 saatlik bir gemi yolculuğunda buldum. Korku, endişe, özlem gibi
hisleri bir kenara koyarsak ilginçtir ki havaalanından itibaren insana bir
cesaret ve heyecanın geldiğini o gün fark etmiştim. Bir bakıma “su soğuk ama
girdikçe alışıyorsun.”
 |
Hep sevdiğim dar ve renkli sokaklar
|
Hayaldi, gerçek oldu
Yine ilginçtir Girit’e adım atar atmaz sanki yıllardır
orada yaşıyormuşum ya da orada yaşamam gerekiyormuş gibi bir hisle ortalarda
dolanmaya başlamıştım. İstanbul’da yaşayan birisi olarak adalar benim için hep
ayrı olmuş, az da olsa her gidişimde özellikle o eski konakların, kapıların
önünde durup “Allah’ım acaba şu ahir ömrümde şöyle bir yerde yaşayabilecek
miyim?” diye çok düşünmüşümdür. Mala mülke düşkün biri değilim zaten hayalini
kurduğum bir konak ya da yalı değil basit, renkli kapıları olan bir ada eviydi.
Bir adada yaşayıp o tarihi hissetmek, gerçekten doğayla baş başa kalmak, dar
sokaklarda gezinip bisiklet sürmekti en büyük hayalim ve şükür ki geçici bir
dönem için bile olsa bunu doyasıya yaşayabildim.
 |
Kaldığım pansiyon Makri Steno
|
Genelde şükrederek yaşarım yani elimde olanın kıymetini
bilmeye çalışırım ama özellikle Girit’teyken her sabah mutlu ve huzurlu
uyandığımı ve bunun için ayrıca şükrettiğimi hatırlıyorum. Evet efendim yine
söyleyeyim abartmıyorum bunlar yaşandı ve hissedildi ;)
Yine bakkal amca,
yine koruma içgüdüsü
Tabii bu güzelliklerde gerçekten adada da güzel insanlarla
karşılaşmamın etkisi fazladır. Turistik bir yer olması dışında Girit halkının
çok sıcakkanlı, sevecen ve samimi olduklarını söylemeliyim. Komşu Yunanlılarla
birbirimize fazlasıyla benzediğimiz zaten hepimizin bildiği en azından duyduğu
bir konu ama ben orada bunu bizzat gördüm. Yemek, müzik, fiziksel özellikler
dışında kapılarda oturan yaşlı teyzeler, öğlen saatlerinde kahvelerde oturup
kahve içen ve sesli bir şekilde tavla oynayanlar, bıyıklı ve tespihli amcaların
yollarda dolanmaları ve daha birçok şey bana pek yabancı gelmemişti zira.
Ayrıca özellikle yaşlı amca ve teyzelerin Türk olduğumu duyunca beni daha ayrı
bir sevmeleri, hemen ‘komşi’ deyip kendilerince Türk ve Yunan halkı arasında
bir sorun olmayıp tüm sorunun siyaset düzeyinde olduğunu belirtmeleri.
Kaldığım
pansiyonun sokağındaki bakkal amca her gidişimde “bir sorunun var mı, varsa
mutlaka söyle” deyip beni tembihler, şekerci dede oradan alışveriş
yaptığımda cebime fazladan şeker koyup gönderirdi. Bir de beni resmen evlatlık
gibi kabullenen bir güzel aile ki bağımız hala devam etmekte. Benim gibi Erasmus programıyla gelen diğer öğrenciler, onlarla tanışmak ve yine güzel dostluklar edinmek. Sanırım bu yazı
düşündüğümden uzun olacak çünkü yazılacak o kadar güzel anılar var ki… Sılaya
ve sevdiklere özlemin yeri de bir başkaydı ama teselli yine onlarla bir arada
olacak olmanın ferahlığıydı tabii.
 |
Rethymno Old Town, sıcacık bir meydan..
|
Girit Üniversitesi’nde eğitim gördüğüm için Rethymno’da, Old
Town olarak geçen bölgede yani şehrin tarihi merkezinde kalmıştım. Çok güzel,
tam ‘hayalimdeki gibi’ bir pansiyonda kalıyor, tabir-i caizse tatil modunda, aslında
her anın tadını çıkararak σιγά σιγά (yavaş yavaş) yaşıyordum.
Bu arada Girit,
Yunanistan’ın en büyük adasıdır ki benim de en başta düşündüğüm gibi “adadır
yani en nihayetinde, küçük bir yerdir” algısından fazlasıyla uzakta. Altı şehri olan adanın başkent olarak geçen Heraklion şehrine gitmek için bir
saatten fazla bir yol gidiyorsunuz. Girit’te gezilecek fazlasıyla yer olduğu
için ve bu yazının amacını aşacağı için “Girit’te nereye gidilir, ne yapılır?”
gibi kısımlara pek girmiyorum. Ancak söylemeden geçemem Hania’nın yeri
ayrıdır. Tarihi dokusunu fazlasıyla koruyan şehrin sokaklarında gezerken adeta
bir masalda gibi hissedersiniz kendinizi, aklınızda olsun.
 |
Bir zamanlar yaşadığım yerde, yaşadığım huzuru öyle güzel anlatmış ki.. (Zorba - N. Kazancakis)
|
Ayrıca çok sevdiğim
bir kitap olan Zorba da yazar Nikos Kazancakis’in yıllar sonra doğduğu yer olan
Girit’e gelişini ve orada meşhur Zorba ile yaşadıklarını anlatması açısından
benim için başkadır. Fırsat bulursanız kitabı okumanızı, sonra da filmini
izlemenizi öneririm.
Dünya büyük, gezelim-görelim
Girit üzerine destan yazabilirim sanırım ama yazının sonuna yaklaşırken bu serüvenle birlikte içimdeki ‘gezme merakını’ keşfetmiş oldum
diyebilirim. Belki klişe gibi gelecek ama yola çıkmak, olduğun yerden ayrılıp
yeni yerler, yeni insanlar, kültürler tanımak, kendinle daha fazla vakit
geçirmek ve yeniliklere açık olmak kesinlikle önemli ve deneyimlenmesi gereken
şeyler. Bu da başka bir yazının konusu olsun diyeyim öyleyse. Ve gezmek, başka yerler
görmenin önemi üzerine yakın zamanda bir tanıdığın güzel bir düşüncesini
aktararak yazıma son vereyim “bu önemli olmasaydı doğduğumuzda ‘dünyaya
geldi’ demezlerdi, sadece doğduğumuz yeri söyleyerek misal ‘Türkiye’ye geldi’
derlerdi. Yani doğduysak görebildiğimiz kadar farklı yer görmemiz lazım.”
Fotoğraflarla Girit turu
 |
Hania'da pek güzel bir sokak
|
 |
Her hafta alışveriş yaptığım pazar
|
 |
Sokak halleri
|
 |
Kıyılara isim yazmak gelenektir
|
 |
Osmanlı döneminden kalma bir çeşme
|
 |
Kaldığım sokağın gece hali
|
 |
Bir ada klasiği olarak bisiklet
|
 |
Irkçılık karşıtı bir gençlik festivalinde asılan Filistin bayrağı
|
 |
İçerisi oldukça şirin bir matbaa atöylesi
|
 |
Girit Üniversitesi kampüsünden bir duvar detayı
|
 |
Ara sokaklardan gelen lyra ezgileri, evet kemençeye çok benziyor sesi
|
 |
Osmanlı döneminde cami, şimdi ise kilise olarak kullanılan bir ibadethane
|
 |
Evet evet, görürsün Hanya'yı Konya'yı deyimindeki Hanya
|
Güzel kalemine sağlık..sabah sabah keyifle okudum mis gibi geldi
YanıtlaSilGirit'e gitme isteği uyandırdın sabah sabah :)
YanıtlaSilHep dinliyorduk senden Girit'i ama okumak da bi' başka hani.. Huzurlu bir pazar kahvesi gibi :) Seyahatlerin artması umuduyla...
YanıtlaSilOkurken Grit anilarinda sanki ben de varmisim, yasamisim gibi hissettim, oyle guzel bir yazi, oyle guzel bir paylasim, yuregine saglik.
YanıtlaSilO kadar içten, o kadar samimi ve o kadar tanıdık ki.. Tanıştığıma memnun olduğum nadide insan! Nice güzel anıları biriktirmen dileğiyle.. :)
YanıtlaSilÖyle mutlu oldum ki bu güzel yorumuna ve elbette öyle tatlı ki seninle tanışmak. Hepimiz için daimi mutluluklar ve unutulmaz anılar diliyorum, sevgiler :)
YanıtlaSilGiritli olarak bizleri tekrar gezdirdiniz.Teşekkürler.
YanıtlaSilBeğenmenize çok sevindim, teşekkür ederim.
Sil