22 Aralık 2017 Cuma

Özlemek, kış depresyonu vesaire


En istikrarlı olduğum duygu sanırım özlemek; bir yeri, bir durumu, birilerini her daim özlüyorum.

Malum havalar soğumuşken insan pek bir şey yapmak istemiyor, en azından benim için öyle. Yani mümkünse evden çıkmayayım, kendi kendime kalıp aylaklığa dalayım istiyorum ama sorumluluklar vs derken bu pek mümkün olmuyor, mümkün olduğu kısıtlı zamanlarda ancak kendi içine dönebiliyor insan. Özlem duygusu da böyle anlarda daha çok peyda oluyor, vaktiyle bir hocam "özlemek güzeldir" demişti; baktığınızda çok basit bir cümle bu ama bunu söylerkenki hali ve gülen gözleri pek etkilemişti beni. Özlemek gerçekten güzeldir çünkü temelinde sevgi vardır, e sevgi olunca da "daha ne olsun ki" dersin. 

Bir yeri özlemek deyince belli başlı yerler gelir aklıma ve tabii en başta Girit ve haliyle Yunanistan. Fotoğraflar işte bu noktada can kurtarıyor; bir anlığına o yere, o ana gidebiliyorsun. Fotoğraflara bakmak anlık zaman makinası görevi görse de çoğu zaman içimi sızlatır, sanırım o nedenle her zaman da bakamıyorum ama dün özellikle Yunanistan arşivini karıştırıp biraz iç sızlattım dostlar. 


Güzelim eski liman - Rethymno 

21 Kasım 2017 Salı

Erasmus vol.2: Bologna 


Şimdi sizlere kısa ama tadında bir Erasmus hikayesi anlatacağım çünkü Erasmus gördüm mü dayanamam "alırım bi' dal" ;) 

Bu seferki hikayemiz İtalya/Bologna'da, çalıştığım üniversitenin Erasmus personel değişim programı kapsamında gerçekleşti ki son zamanların en güzel olaylarından biriydi; Eylül ayının sonlarında bir haftalık bir programla Bologna Üniversitesi'ndeydim, e buralara kadar gelmişken biraz da yıllık izinden yiyip rotayı uzattım. İnanın bünyeye can geldi dostlar :)

Bologna Üniversitesi merkez kampüs

8 Eylül 2017 Cuma

İstanbul'da turist olmak 


Genel olarak yazdıklarıma bakınca hep bi' şehirden kaçış durumu var ama bu yazıda size İstanbul güzellemesi yapacağım. Tabii bu bir lütuf değil zira güzelim İstanbul'un buna zerrece ihtiyacı da yok. Bana göre bu güzel şehir sanki sürekli kızılan ama bi' türlü kopulamayan sevgili gibi yani bi' yerden yakalayıp yine sevdiriyor kendini...


23 Ağustos 2017 Çarşamba

Huzura kaçış 


Bu yazıda sizlere bir adet "şehirden kaçış" hikayesi anlatacağım, hani şu her fani "şehirli"nin 3-4 günlük tatilde kendini iyi hissettiği ama daimi bir kaçışı bir türlü beceremediği türden..

Efendim, yoğun bir dönemin ardından özellikle sosyal medyada tatil postlarının deniz-derya olduğu bir dönemde biz de biraz kaçalım istedik; öyle çok uzaklara değil bildiğiniz yakınlara ama huzurlu, sessiz, bir bakıma "emekli tatili" olayına kaçtık :)

Çocukluğumda arkadaşların yaz tatili anılarından duyduğum Altınoluk'a gitmek için yola çıktık. Yarısı deniz, yarısı kara yolu derken pek yorucu olmayan bir yolculuk sonrası hedefe vardık. Altınoluk hiç aklımda olmayan bir yerken bir arkadaşımın (zevkine özellikle doğa sevgisine güvendiğim) paylaşımıyla özellikle de yine kendisinden gördüğüm "Kaz Dağları'na çıkmak" fikriyle rotamız oldu. İyi ki de oldu lakin cânım Ege Denizi, zeytin ağaçları ve sessiz-sakin sahiliyle bu kısa süre bizim için resmen bir "huzura kaçış" durumu oldu.

Tatilin özeti..

Şükür vesilesi


30 Haziran 2017 Cuma

Yalnızlık denemeleri 


Bazen öyle bir an oluyor ki sanırsın böyle uçacağım yani anlamsız bir sevinç, her şeyi yapabilirim en azından her şeyi yapmaya yeltenebilirim gibi anlar. İşte bu anlarda içime bi' yaşama hevesi, birikmiş işleri bitirme, en zor işlere girişme, en önemlisi de yapmak istediğim her şeyi yapma güdüsü geliyor ama yazık ki kısa süreli bu his hep en olmadık zamanlarda, olmadık yerlerde buluyor beni sonra da geçiyor zaten. Neyse efenim, yine de yaşamayı seviyoruz çok şükür, hani başımıza geldiyse elimizden geleni de yapmaya çabalıyoruz diyeyim. 

Bir de bu zamanlar pek içli dışlı olduğum "yalnızlık" kavramından bahsetmek isterim. Malum, iş güç, kalabalık vs derken insanın "kendi kendine" kalabilmesinin zor olduğu günlerdeyiz. Biraz daha kişisele girersem, yalnızlık kendimi bildim bileli sevdiğim ve sanırım yaşım geçtikçe de daha çok sığındığım bir liman oldu benim için. Tabii bu noktada zorunlu yalnızlık durumunun kesinlikle zor olacağını düşündüğümü de not düşmeliyim. Zira şu an sözünü ettiğim keyfi yalnızlık, hani gürültüden vb durumlardan yenik düştüğünde biraz kafanı aslında kendini dinlemek istediğin zamanlar. Dediğim gibi kendi başıma kalmak, tek başıma vakit geçirmek, gezmek, yola çıkmak en basiti alışveriş yapmak bile sevdiğim şeylerdir hep. Kendimle kalıp "canım ya neyin var, ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun?" diye kendi kendime sormak bi' bakıma, çünkü buna ihtiyaç duyuyorum sanırım. Tamam şimdi böyle yazınca biraz garip oldu ama var yani böyle bir durum:) 

19 Haziran 2017 Pazartesi

Bazı tavsiye filmler üzerine 


Bu aralar biraz zaman bularak daha doğrusu yapmak zorunda olduğum şeyleri öteleyip başka şeylere yönelme huyum nedeniyle birazcık fazla film izledim ve pişman değilim :) Hatta izlediklerimi genel olarak beğendim, birkaç arkadaşa tavsiye ettim, onlar da beğenince "dur, şunları bi' yazayım" diyerek bastım gaza..

Beğendiğim şeyleri, seveceklerini düşündüğüm kişilerle paylaşmayı seviyorum (ne cümle ama! Umarım meramımı anlatabilmişimdir). Hatta sevdiğim şeyleri bir müddet öyle sahipleniyorum ki sanırsın iş benim işim. Misal bi' filmi sevdim, bir dosta tavsiye ettim, mutlaka bi' dönüş, yorum bekliyorum, beğensin ya da beğenmesin. Saçma bi' durum bu belki ama böyle paylaşım ve geri dönüşleri seviyorum. Neyse lafı daha da uzatmadan son zamanlarda izlediğim ve beğendiğim birkaç film üzerine ahkâm keseyim, buyrunuz ;)


Perfetti Sconosciuti 
İlk filmimiz 2016 İtalyan yapımı Perfetti Sconosciuti ki baktığım kadarıyla "Şahane Yabancılar" gibi bir çevirisi var. Film, tek bir mekanda geçmesine rağmen diyaloglar ve zaten en başta konusuyla kesinlikle sıkmadan akıp gidiyor. Teknolojik bağımlılıklarımız ve buna bağlı değişen yaşamlarımıza dair sağlam eleştirisiyle etkili ayrıca her faninin sırlarla dolu olduğunu da farklı bir açıdan gösteriyor. Oyunculuklar doğal, sanki oradaymışsınız gibi hissettiriyor. Ayrıca bol sohbetli, uzun İtalyan akşam yemeği ortamı ve İtalyanların meşhur el hareketleri-mimikleriyle samimi sahneler mevcut. Final ise sürprizli ve mesajı yerinde.



3 Haziran 2017 Cumartesi

Bir güzel şehir: Şanlıurfa


"Yerelden aldığım tadı hiçbir şeyden almadım" gibi iddialı bir cümleyle başlıyorum bu yazıya çünkü Şanlıurfa gezisinin bende bıraktığı his tam olarak bu... (Sevgili Umut Sarıkaya'ya selam olsun:)

Nisan ayının son haftası, üniversiteden arkadaşlarla iki günlük de olsa yolumuzu Şanlıurfa'ya düşürdük ki bence son zamanlarda verdiğimiz en güzel kararlardan biriydi. Öncelikle şunu söylemeliyim ki memleketimiz, insanlarımız gerçekten çok güzel ve sanırım bu cümleyi gezi boyunca durmadan söyledim.

Şehre girer girmez manevi anlamda bambaşka bir hisle karşılaştık. Bu noktada zaten neden "Peygamberler Şehri" denildiğini de anlamış olduk. Balıklı Göl'ün karşısındaki Manici Otel'de kaldığımız için ilk durağımız Balıklı Göl ve camiler bölgesi oldu.


Şehrin simgesi, güzelim Balıklı Göl


22 Mayıs 2017 Pazartesi

İnsan bu, içi yanar! 


Tabii, bazen öyle her şeyi de söyleyemiyorsun. Ne bileyim, fırsat olmuyor yani ya da "aklın sonradan geliyor başına".

Yaşı geçtikçe insanın duyuları daha da mı açılıyor ya da böyle daha mı hassas olunuyor bilemem ama gün içinde gözlerin dolması olayı kesinlikle daha sıklaşıyor ya da biri adına üzülme durumu ki o anlarda işte insanın kalbi üzerine "ince bir kesik" atılıyor bence. Sonra düşünüyorum şu ahir ömürde kaç çizik atılıyor acaba kalbimize hani kaç çizikle ayrılıyoruz acaba bu dünyadan yani en azından bunun bir ortalaması var mı? (malum her şeyin istatistiğe döküldüğü günlerdeyiz)

Şarkı mevzusundan öncesinde bahsetmiştim, içimde dönen şarkılardan. Bir de film replikleriyle yaşamak var, onu unutmuşum. Günün bazen en saçma anında en sevdiğiniz filmin, en afili sahnesinden bir replik dolar beyninize, artık anın ve repliğin içeriğine göre ya gözler dolar ya da bir gülümseme yayılır yüze, güzeldir yani böyle anlar, keyiflidir. En azından "yaşadığımızı" hissettiğimiz anlardır.

Bir de bu ara kalbime çizik atan bir şarkı da Ferdi Baba'dan "İçim Yanar". Toplum olarak arabeske meylimiz doğuştan, orası ayrı bir konu tabii de şarkıda "Hani en sevdiğini kaybettiğinde için yanar ya" diyor, tam o anda işte kalbin üzerine hemen inceden bir kesik atılıyor, sonrası da şarkı bitene kadar duygu seli.. Neyse çok da şeyapmayalım ama güzel yani :)

Son olarak bu da böyle konseptsiz, geceye, hüzne ve ana dair bir yazı olsun diyeyim...

Şarkıyı eklemeden olmaz elbet..





18 Nisan 2017 Salı

Hikayemden notlar #3



Evet, her yeni gün yeni bir sosyal medya platformunun "hikaye" özelliğiyle bunaldığımız bugünlerde ben yine eski usulden kendi "hikayemden" bi' şeyler yazmaya devam ediyorum. "Hadi yaa yine mi hikaye" derseniz, üzgünüm ama yine "hikaye" :) Çünkü sevdim bu olayı, bir bakıma geçip giden günlere dair basit ama hatırda kalması gerekenleri kaydediyorum buralara, iyi geliyor..

  • Toplu taşımanın hayatımdaki yeri ve "öneminden" bahsetmiştim öncesinde. Geçenlerde tramvayda Zafer Algöz'ün kitabını okurken bazı yerlerde gülümsemişim demek ki yanımdaki amca "komik bir şeyler okuyorsun heralde?" diyerek hafif de çekingen bir şekilde lafa girdi. Ben de gülümseyerek "evet amca" dedim ve bir daha kitaba dönemedim ayıp olmasın diye, zaten bir durak kalmıştı inmeme de. O sırada amca "terslemediğin için teşekkür ederim" dedi ve o kadar içime dokundu ki. Yani amcanın içinden sormak gelmiş ama terslenirim korkusu da olmuş ve "terslenmeyince" de teşekkür ediyor. "Olur mu amca" deyip ben teşekkür ettim ve iyi günler dilekleriyle tramvaydan indik. Öyle tatlı bir an ki ama burada üzücü olan hepimiz bir sebeple öyle gergin, öyle suratsızız ki ve böyle anlarda gülümsemek ya da bir iki kelimelik sohbet lüks geliyor bize, genele bakınca bu acı bir tablo gerçekten. Yine tramvayda bir amca iş çıkışı, kalabalığa doğru "selamün aleyküm" demişti. Ne tatlıydı, keşke dedim tanımadığımız bir ortama girerken selam verme alışkanlığımız olsa, özellikle toplu taşımada buna çok ihtiyacımız var bana kalırsa.
  • Beyazıt Devlet Kütüphanesi ritüelimin olduğu bir haftasonu Sahaflar'dan Eminönü'ne geçme niyetindeydim. Cumartesi günleri farklı bir canlılık oluyor oralarda hele de hava güneşliyse. Neyse efendim tam Sahaflar'dayken akbilimi düşürdüğümü fark ediyorum. İstanbul'da akbilsiz olmanın ne menem iş olduğunu yaşayanlar bilir. Beş-on dakikalık bir anda fark ettiğimden önce kütüphaneye dönüyorum, görevlilere falan soruyorum, yok. Sonra Sahaflar'da bi' tur daha atıyorum, yok. Son bi' umut, kütüphaneden çıkarken öğrencilere yol konusunda yardım eden bir Zabıta ve o anda fark ettiğim Zabıta kulübesine sormak geliyor aklıma. İçeri girip "kartımı kaybettim de" diye açıklama yapmama gerek kalmadan görevli amca getiriyor kartı ve "az önce bir vatandaş getirdi. Öğrenci kartı olduğunu görünce de çok üzüldüm. Gelmene sevindim" dedi. Teşekkür ederken kendisinin de çocukları olduğundan bahsetti, öğrencinin halinden anladığını vs anlatarak tatlı bir muhabbete başladık. Ayaküstü konuşurken vaktin varsa bir çay ısmarlayayım dedi ama başka zaman inşaallah diyerek ayrıldım oradan. Tanımadığım bir insanla böylesi anlar, yaptığım 5-10 dakikalık sohbet öyle iyi geliyor ki. Kısa bir an için de olsa başkalarının hayatlarına dokunmak gerçekten güzel. Yani insan olduğumuzu ve hayatı fark ettiğimiz anlar bunlar dostlar.. 
  • Bu aralar kendi adıma güzel bir keşif yaptım: ADAMLAR.. İlk olarak "Halimden Konan Anlar" ismiyle çıkış yapan grubu bilenler bilir ama benim gibi yeni tanıyanlar için yazayım istedim. Aslında "Koca Yaşlı Şişko Dünya" şarkılarını dinlemişliğim hatta sevmişliğim vardı ama o zaman böyle bir grubun varlığı, şarkıları vs diye parça-bütün ilişkisi oturmamıştı kafamda. Kendilerini resmi olarak "Rüyalarda Buruşmuşuz" albümlerinden "Hepinize El Salladım" şarkıları ile tanıdım; bu albüme ve müziklerine de baya sardım bu aralar. Parça-bütün ilişkisi de bu noktada oturdu, araştırdıkça "aaa bu Adamlar Şişko Dünya'yı söyleyen adamlarmış yeaa" modu oldu ve güzel de oldu. Farklı bir tarzları var, şarkı sözleri yer yer makara ve özünde sağlam, hani mesajı trajikomik türden veriyorlar, ses güzel, müzik güzel yani açıp açıp dinliyorum özellikle çalışırken baya iyi gidiyor. Bazı şarkılarında gaza gelip "burası dünya yaaa çok da kasmayalım" moduna giriyorum, velhasıl güzel bir kafa yapıyor, naçizane tavsiyedir yani.. Tadımlık şarkılar da aşağıdadır ;)  

4 Mart 2017 Cumartesi

Hikayemden notlar #2


  • Her şeyin bir zamanı olduğuna inanırım. Bir şeyin zamanı gelmemişse ona başlasan bile yarım kalıyor, gitmiyor yani bir şekilde. Son zamanlarda bununla ilgili basit de olsa birkaç şey yaşadığımdan yine bu konu takıldı aklıma. Misal, 8 sene önce hevesle alıp sıkıldığım için yarıda bıraktığım bir kitap vardı. Yeniden okumaya başladım ve zamanında beni boğan kitap acayip sardı. Hatta bazı cümleleri sanki "şu anki" halime yazılmış gibi geldi. Bir de yine yarıda bıraktığım bir film... Çok kültürel örnekler oldu diyeceksiniz ama sıkılıp bıraktığım film bu sefer başka bir açıdan yakaladı ve cidden sevdim. İzlediğimiz, okuduğumuz, gördüğümüz şeyler yaşanmışlıklarımıza göre farklı açılardan etkiliyor hepimizi. Yani yaşamadığın bir şey hakkında yaptığın yorum ne kadar yavan kalıyorsa bu da öyle sanırım. Yarıda bıraktığımız şeyler bir zaman sonra "geride bıraktığına bir dön bak istedim" modunda çıkabiliyor karşımıza. Bir kitap, bir filmden ne anlam çıkardın arkadaş demeyin başka olaylarda da oluyor böyle şeyler, bir hatırlayın. He bir de merak edenler için filmin adı The Secret Life of Walter Mitty..


15 Şubat 2017 Çarşamba


Balkanlar'a yolculuk: Özlenen diyar Bosna


Yeni bir yerlere gitmeği isteği uyandıkça geçmiş gezilere bakıp anıları hatırlama, özlem ve yeniden gitme isteği de hasıl oluyor. Sanırım bu aralar bendeki duygu durumu ve bu yazıya başlama amacım da bu.

Öncelikle geçenlerde İlber Hoca'nın bir röportajını okurken Bosna ile ilgili söyledikleri öyle etkiledi ki cidden yeniden gitme isteği uyandırdı. Bosna ile ilgili öyle bir his durumum zaman zaman oluyor zaten. Gezdiğim yerlerden bazılarının başka bir etkisi oluyor ki bunu oradayken de hissediyor daha dönmeden "bir daha buraya gelmeliyim" diyorum, bazı yerler ise "tamam iyi hoş geldik, gördük ama bir daha görmeye de gerek yok hani" dedirtiyor. İşte 2015'teki Balkanlar gezisinden kalanlar arasında zaten gitmeden önce de en çok merak ettiğim Bosna "bir daha gelmeliyim" dedirten yerlerden.

Saraybosna, Başçarşı


7 Şubat 2017 Salı

"Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!" *


İlk gençlik yıllarımın en sağlam şiirlerinden bir dizedir ki hâlâ her söyleyiş ya da aklıma gelişinde sarsar... Bu şiiri ya da bu dizeyi yorumlamak gibi bir had aşma olayına girmeden sadece bu dizenin bende çağrıştırdığı "şeyler" üzerine yazmak amacım, baştan söyleyeyim de yanlışlık olmasın ;) 

Aslında "dönmek" fiili daha doğrusu kavramı üzerinden başlamakta fayda var sanırım. En sevdiğim eylemlerden biri olan "gitmek"ten sonra bir de dönüş var elbette. Çoğu zaman dönüşler zor ama güzeldir, hele de dönecek bir eviniz, yurdunuz velhasıl sığınacak bir limanınız varsa. Bu noktada dönülecek bir "evin" varlığı zaten en başta şükredilmesi gereken bir durum, malum dünyanın halini, evsiz, yurtsuz, vatansız kalan insan kardeşlerimizi düşününce.


26 Ocak 2017 Perşembe

Ve yeniden Girit'te


Evet, en son Girit’e gitmek üzere Pire Limanı’nda kalmıştım ve olaylar gelişti ;) Altı sene sonra yeniden Girit’e gitmek aslında kavuşmak benim için cidden çok heyecanlıydı. Seneler önce başına neler geleceğini bilmeden Pire Limanı’nda gemiye binen o kız, yıllar sonra içinde özlem ve heyecanla yeniden oralara kavuşmak isteyen birine dönmüştü ve yine nostalji adına aynı limanda “o gemiyi” bekliyordu.

Duygusal bir başlangıç oldu ama bu yolculukta fazlasıyla anılar ve güzel hikayeler olduğundan mazur görülebilir sanırım. Yakın çevrem bilir, Girit’ten döndükten sonra oraları dilimden düşüremeyip sürekli oraları anlatmalarım, artık etrafımdakileri “ne Giritmiş arkadaş" moduna getirmişliğim çoktur. Ve sürekli yeniden gitmek istesem de başka yollar çıkmıştı ama sonunda şükür ki 2016 Ekim’de yeniden oralardaydım.

Girit'e kavuşmanın resmidir.. 


8 Ocak 2017 Pazar


Atina'dan bildiriyorum!


Bazı güzel şeylerin üzerine yazmak için biraz zaman geçmesi gerekiyor sanırım. Yani yaşadığım şeyleri o anda hissetmenin dışında üzerinden zaman geçtikten sonra yeniden düşünmek, belki özlemek farklı bir haz veriyor, en azından bana…

Ne mi demek istiyorum? Şöyle ki, ekim ayında uzun zamandır istediğim bir yolculuğa çıktım; Atina-Girit arası bir yolculuk. İlk durağım elbette Atina’ydı. Bir yazıda anlattığım gibi Erasmus dolayısıyla Girit’e gittiğimde Atina’ya gitmiş ancak bu gidiş bazı sebepler nedeniyle havaalanından ötesine geçememişti ama bu sefer çok merak ettiğim şehirde üç gün geçirdim.


5 Ocak 2017 Perşembe

"Nassam alayna el hawa"*


Uzun zaman sonra bu akşam tatlı bir muhabbet için Taksim'e gittim. İstiklal'den tünele doğru yürürken yine kendimce insanları incelemenin peşindeyim. Malum kış, soğuk ama her zaman bi' canlılığı olan İstiklal'deyim.

Caddeye ilk girişte kulağıma Yunanca birkaç cümle takılıyor ve hemen o tarafa bakıp içimden "algıda seçicilik" işte diyorum. Yürümeye devam ederken bu kez biraz daha uzaktan tanıdık bir şarkı çalınıyor kulağıma; Fairuz'un 'Nassam Alayna El Hawa'sı...

Bu şarkıyı ilk dinlediğimde acayip gaza gelmiş ve daha sözlerini öğrenmeden "dünyanın her yeri benim ulan" gibi bi' hisse kapılmıştım. Arap müziklerinin büyüsü bir yana, Fairuz'un sesi zaten bambaşka bi alem..

Neyse, yeniden o ana dönelim. Sese yaklaşınca dört Suriyeli abinin (nereli olduklarını kesin bilemesem de) ud, keman ve gitar eşliğinde o güzel Arapça aksanlarıyla ve gülümseyerek bu şarkıyı söylediğini gördüm. Şöyle ki, şarkının sözlerinde gurbetteki birinin memleketine duyduğu özlem anlatılır (Rüzgar üzerimize hafifçe esti / Vadinin kesiştiği yerden / Ah rüzgar, rüzgarın aşkına / Beni vatanıma götür) Bu yüzden o zamandan beri bu şarkı kafamda hem insanın dünyanın her yerine ait olduğu hem de özelde memleketine duyduğu sevgiyle bütünleşmişti.

İstiklal'e yolunuz düşer de bu abileri görürseniz mutlaka dinleyin.


Belki de bu sebepten bu akşam o abileri dinlerken Suriyeli olduklarını düşündüm. Suriyeli olmasalar da bir şekilde memleketlerinden uzakta oldukları belliydi. Şarkıyı söylerkenki hallerinden hem bi' özlemleri olduğu hem de gülümsemeleri nedeniyle sanırım "her şeye rağmen" bir umutları olduğu hissine kapıldım. Yani belki kendimce çok anlam yükledim o ana ama orada farklı bir his vardı beni çarpan.

Biraz daha abileri dinledikten sonra yürümeye devam ettim. Cadde boyunca Arap kökenli ve sanırım çoğunluğu Suriyeli insanların birkaç kişilik gruplar halinde müzik yaptıklarını gördüm. Tabii ki bu, ilk etapta başka bir ülkede ayakta kalabilmenin yoluydu onlar için. Sonra belki bi' yandan "ne olursa olsun" umutları olduğunun bir göstergesi. Ve sanırım bir noktadan sonra benim anlayamayacağım başka duygu ve düşüncelerin yansımasıydı, bilemiyorum.

Malum zor günlerden geçiyoruz ama ne bileyim bu şehir, bu memleket velhasıl dünya güzel be kardeşler, hani kimseyi kırmasak, üzmesek ya keşke!..




Bu arada şarkıyı da şöylece iliştiriyorum.



* Rüzgar üzerimize hafifçe esti.